21 Şubat 2016 Pazar

Son(-suz)a Giden Veda

<<<  Bu yazı artık geçerliliğini yitirmiş ve sadece bazı şeyleri hatırlatması amacıyla yayındadır. >>>

Bir gün bu yazıyı yazacağımı bekliyordum, ne yalan söyleyeyim. Artık gerçek anlamda yazmaktan, duygularımı anlatmaya çalışmaktan, birinin beni anlamasını beklemekten yorulacağımı biliyordum. Olmadı... Hafta sonundan sonra kaldığım yerden daha umutla devam edemeyeceğime karar verdim. Güzel bir hafta sonu geçirdim ve anladım ki benim için doğru insanlar, dertlerimi az da olsa bana unutturan arkadaşlarım olabilirmiş en fazla. O yüzden üzülerek de olsa son yazımı yazıyorum... Bilmem kaç kere benzeri şekilde veda etsem de bloguma, hiçbirinde bu seferki gibi olmamıştım, hissetmemiştim böyle. Artık onca biriken şeyden dolayıdır herhalde, daha fazla katamıyorum, daha fazla üretemiyorum. Çünkü daha fazla kelimem yok, duygularımı farklı şekilde anlatmak için.

Eskisi gibi heyecanlanınca buraya gelemiyorum. Ya da çok yıkıldığımda soluğu burada alamıyorum. Yazınca rahatlamıyorum mesela. Nefretimi buraya kusamıyorum...

Savaşını verdiğim şeyler oldu hayatımda bugüne kadar. Israrla dik durdum, tek başıma da olsa bir şeylerin aslında olması gereken şeklini göstermeye çalıştım her karşıma çıkan kişiye. Herkes yapınca, doğru olmadığını ve hiç de öyle gözükmediğini anlatmaya çalıştım.

Bütün renklerini gördüm gökkuşağının. Kendimi "mor'u benim" diye inandırdım. Öyleydim de. Tüm renkleri hissetmeye çalıştım öncesinde. Mor'du beni temsil eden; ama her renge bürünmek gerekiyormuş, onu anladım.

En hareketli yıllarımı duygularım için harcadım. Pişman mısın Arif, diye sorsalar, cevap veremezdim bir süre, veremiyorum; ama sanırım çoğunlukla pişmanım. Çok daha başka geçebilirdi. Çok daha başka insanlarla geçirebilirdim, yine de o kısa süren sessizlik, bazı şeylere değdiğini gösteriyor, sanırım.

Vazgeçiyorum. Kapatıyorum bütün defterleri. Duygularımın koşuşturmasını, insanların onları harcamasını; zamanımın bilgisayar ya da telefon başında geçen kısımlarını... ve diğer tüm benzeri ömür ve duygu tüketen şeyleri durduruyorum. 

"Yepyeni" kelimesini kullanmıyorum, ama hayatımın ikinci cildine geçiyorum. Doğru insan dediğim tanıma uygun kişiyi aramıyorum/beklemiyorum da. Hele ki bütün iğrençliklerin arasında aramaktan vazgeçiyorum. Bunu bir arkadaşıma söylediğim şekilde değerlendiriyorum artık: "Allah, ol derse, en alakasız yerde ve zamanda bile olur; O, istemediği sürece ben her şeyin tam ortasında dahi olsam bulamam, göremem, duyamam..."

Hafta sonu yeni bir telefon numarası edindim. Ailem dışında soran olursa vereceğim bir numara. Eski hattım da iptal edilecek. Telefonumdaki mail uygulamaları da dahil, tüm sosyal ağlara dair uygulamaları kaldırdım. Bilgisayardan, olur da bakarsam eğer, görebileceğim her şeyi. Tıpkı eski zamanlardaki gibi.

Yıllarca yazdım, bütün her şeye rağmen yıllarca yazdım; ama anlıyorum ki ben ne yazmayı ne de sevmeyi beceremiyorum. 

Blog'um sana emanet Google...

Benim için üzülme ne olur. Bu da benim sınavım sanırım bu hayatta. Diğer mücadelesini verdiğim şeylere ek olarak... Hoşça kal Blog.

<<<  Bu yazı artık geçerliliğini yitirmiş ve sadece bazı şeyleri hatırlatması amacıyla yayındadır. >>>


18 Şubat 2016 Perşembe

Zaman

Zaman geçiyor sanki çok hızlı bir şekilde. Üzülüyorum, böylesine yalnız ve eksik gibi hissetmekle geçtiğinden dolayı. Çok şükür ailem var, az çok arkadaşlarım var; ama işte gece yastığa başımı koyduğumda beni bir süre uyutmayan düşüncelerim, hayallerim, tükenmeyen umutlarım da var.

Acıyorum kalbime. Yine iyi çekiyor kahrımı. Beynim de öyle. İkisi bile artık ortak bir noktada buluşmaya çalışmaktan pes etmiş durumdalar. Bense ısrarla devam ediyorum.

Bazı konularda çok git-gellerim olduğunu biliyorum, ama son gidişimde tamamen kurtulup da gidiyorum. En azından o huyum var. Tabii gidip gelirkenki eziyeti benle başkaları da yaşıyor. Bazen de tekrar dönmemeye yemin ediyorum. O zaman kendime verdiğim yemine tutunmaya çalışıyorum. Yoksa gidip yine dönerim, biliyorum kendimi. Bu sefer de bana dönülsün diye olan beklentim artıyor. Ne kadar safım değil mi? Oysa bekleyerek, beklentiye girerek de hep kendime ediyorum. Bunu beynim kabul etse, kalbim izin vermiyor durmasına. Çünkü bekleyerek ben yıpranıyorum, üzülüyorum. Sonra susuyorum.

Uzunca bir süredir düşünüyorum. Aklımda tamamen bırakıp gitmek var, uzak durmak var. Yolda, aynı şemsiyenin altına girmek zorunda kalsak bile, ıslanmayı tercih edecek kadar uzak duran biri olma düşüncesi var. Bu beni korkutuyor. Bırakıp gitmek, pes etmek, vazgeçmek... Onca şeye rağmen ısrarla umudumu korumaya çalışırken, ne kadar paramparça olduğumu görebiliyorum artık. Fotoğraflardaki bakışlarımı insanlar bile okur olmuş. Son 1 yıl içinde sürekli gidip geldim, bırakmaya çalıştım. Sanırım bu da kısmen ayrıldığım birine tekrar dönme durumumdaki bir paralellikte oldu. Ve artık sonlarına yaklaşırmış gibi hissediyorum. Artık tamamen uzaklaşacakmışım gibi bir his var içimde. Ya da yoğun bir istek. Böyle "haydi Arif, bırakabilirsin, neredeyse 30 oldun, artık sadece kendine dönük beklentilere girebilirsin" diyor gibi her şey. Bana "niye bu kadar takıyorsun" diyen de oldu. Herkesin ruhunun beslendiği bir şeyler var bu hayatta. Benimki de bu. Neden maddiyata dönük biri haline dönüşmemi bekler ki insanlar?

Kendime bir tarih vermek istemiyorum. Kısıtlamak da istemiyorum, ama cumartesi günü Ankara'ya arkadaşıma gidiyorum. Pazar dönerim diye plan yaptım. Ve Pazartesi dolunay varmış. Yani sanırım son şansım ya da kendime verdiğim son umut bu hafta sonu olacak. Yani ben de beklemiyorum aynı otobüs durağında fark etmeden yan yana durmayı ya da aynı mekanda kahve içiyor olmayı; ya da çarpışıp tanışmayı... Aramadan, sormadan, etmeden olmuyor. O yüzden eve döndüğümde ya her şeyden uzaklaşmış olacağım ya da daha umut dolu olacağım. Bu hafta sonu benim için birçok şeye son nokta koymak da olacak. Yoksa bana yazık oluyor sadece.

13 Şubat 2016 Cumartesi

Sevgililer Günü

Yine geldi o lanet gün! Doldurun kafeleri, sokakları, caddeleri... böyle el ele tutuşup öpüşün falan hatta. Sizi gidi pis sevgili çiftler!

Evet, doğru bildin Blog, yine sevgilim yok, yalnızım. N'apacaksın işte, beğenemiyorum(!) kimseyi, hep ondan.

Sevgililer günü çok ideal bir güne geliyor. Pazar günü her yer tıka basa dolar şimdi. Allah'tan bu hafta sonu gidemedim, ama önümüzdeki hafta sonu Ankara'da, merkezinde yani, yaşayan bir arkadaşımın yanına gideceğim bir aksilik olmazsa. Kendisinin yakın zamanda yaşadığı ayrılığı biraz olsun hafifletmek, İNSAN İÇİNE ÇIKMAK ve aklımda beni ve midemi mutlu edecek şeyler yapmak gibi planlarım var. Yani demem o ki bu hafta sonu dışarı çıkıp usanan herkes önümüzdeki hafta sonu evinde oturur. Böylece ben de kafamı dinleyebilirim kısmen.

Yarınki sevgililer gününü dolu geçirebilirdim aslında Blog, ama işte. Bilmiyorum, kısmet olmamış. Zaten kısmetsizim, biliyorsun.

Geçen gün Beypazarı'na gittik, oradaki hastanede, burada olmayan bir bölüm olduğu için. Geçtiğimiz haftayı hayatımdaki en agresif olabilecek bir şekilde geçirdiğimin farkındasın zaten. Doktor değişikliği güzel bir şey. İlacım normal insan boyutuna düştü çok şükür. Ve gördüğün üzere aşırı pozitifim. Şimdi beni öpebilirsin Blog.

Yarını dolu geçirmem için bir çözümün yok, değil mi? Hem bak her şeye çok açık bir ruh halindeyim. Tamam, peki. *üzgünsurat*