29 Ocak 2013 Salı

O, Ben ve Diğerleri


O...
Ne zaman kendini sevdirdin diye düşündüren,
Varlığınla, yokluğunu belli ettiren,
Bazen üzdüğümde yürek acısını hissettiren,
O... ne gidebildiğim ne de kalabildiğim...


Aldığım nefesi, geri verirken bile korkuyorum bazen. Acaba nefesimi kim çekecek diye korkuyorum. Başka biri benim nefesimin izlerini en iğrenç birinin dudaklarında sezerse diye korkuyorum. Hatta korkuyorum... bir başkasının nefesini almaktan korkuyorum...

Korkularımın üzerine gidemeyişimden ben de en az herkes kadar yakınıyorum. Hatta fazlasını yapıyorum, kaçıyorum. Hani kaçan kovalanır ya, o misal, hep sevmişimdir kaçmayı, en iyi yaptığım şey hatta. Aşık usandırmamaya çalışıyorum bu tip durumlarda. İnsaflıyım yeteri kadar, hak edilen kadar belki de.

Ucunda kesin bir ışık olmayan her şeyden uzaklaşıyorum mesela, kaçıyorsam bunun korkusundan kaçıyorumdur. Sonra susuyorumdur. Sessizliğe gömülüyorumdur. Geçen akşam attığım tweetteki gibi yaşıyorumdur hayatımı genelde:
Ben...
Önünde setler olan bir nehir,
Geçmişinde masallara konu olmuş bir vezir,
Geleceğe korkuyla yaklaşan bir ışık,
Ben... kurulası hayallere adanmış bir esir...


Kolay mı acaba buralardan o kadar rahat bir şekilde çekip gitmek diye düşünüyorum. Mutsuz olduğum konuları duyuramamanın verdiği ağırlığı da yanımda götüreceğimi bile bile, hala daha gitmek istemekle doğru mu yapıyorum diye düşünüyorum. Elimden gelenleri bilememenin verdiği baskıyla, aslında elimden gelmeyenlerin verdiği acı gerçeklerle savaştığım şu günleri düşünüyorum. Maddi fakirliğin, manevi zenginlikle cebelleştiği bir hayatın en uç noktasında umutlarıma nefes vermekle boğuşuyorum neredeyse her gün. Anlaşılamamanın verdiği duyguyla, yalnızlığın asla bırakmadığı bir bedenle, küçük parıltılarla, sanki spot ışıkları altında dans ediyormuşçasına yaşadığım bir dünyayı kendime ev olarak tanımakla yetiniyorum. Ve yoruluyorum. Sadece, tek yapabildiğimi yapıyorum... yoruluyorum.

Diğerleri...
Hayatımı yaşama şeklimi belirleyen,
Varlıklarıyla korkutan,
Baskılarıyla cehennemi andıran,
Diğerleri... söküp atamadığım kanser gibi...

27 Ocak 2013 Pazar

Patates "Pazar"tması

Öncelikle tüm iyi kalpli insanlara iyi Pazarlar diliyorum!

Diğerlerine ise:


"You know what, I'm gonna take it easy, I mean anything by it. Cuz Imma big boy, bitches!" diye Pazar yazıma devam etmek istiyorum... İnsan her gece ümitsizliğe düşüp, ertesi günler için plan yapıp, her sabah boşverip, laylaylom -ki çok hoş bir yaşama biçimidir- şekilde yaşar mı? Yaşar, yaşıyorum... 

Son 4 gündür aklıma bir projeye katılma fikri var. Tamamen buralardan uçup gitmemi sağlayacak bir proje. Başvurmayı düşünmüyor değilim. Aklımın ucunda sürekli kapılarımı tekmelercesine duruyor. Mantıklı geliyor, çünkü başka türlü kaçamayacağımı düşünüyorum yurt dışına.

Zor bir iş vesselam. O kadar ülke gör, o kadar yaşa, sonra da gel annenin babanın dizinin dibinde otur. Bu mantıklı mı? Çoktan beyin göçü olmalıydı böyle bir insanın. Bu konuda isteksizlere şaşırıyorum; ama anlıyorum da çoğu zaman. Zira Amerika'ya giderken yanımdaki ve tanığım bazı kişilerin tamamen cinsel dürtülerden ötürü yurt dışında bulunduklarını görünce "hımm çay alayım ben o zaman." moduma geçmiştim. Öyle kimselerden bekleyemezsiniz tabii ki bu ülkede mutsuz olabileceklerini. Çünkü başka bir ülkeyi başka amaçlarla gören kimseler çoğusu... Demem o ki bildiğin herhangi bir yol, yapılabilecek herhangi bir yardım, feci makbule geçer... İletişim bölümünden bana ulaşmanız doğrultusunda ilk sevaplı adımı atmış olursunuz.

Ben olsam benle sevgili olurdum. Gerçekten. Yalnız mümkünse sorunlarım hallolduktan sonra sevgili olurdum. Çünkü şu halimle çekilmiyorum. Bence yani. En azından insanların benden alabilecekleri performansın yarısını bile gösteremiyorum galiba. O yüzden bilemiyorum. Ben de zaten uzak durmaya çalışıyorum ikili ilişkilerden. Yine de beni bütün dertlerimden kurtarabilecek biri olursa, why not? derim. Tabii öyle biri olmadığını Pollyanna, Pamuk Prenses hatta yedi cüceleri bile biliyor.

Pazarları da Cumalar gibi seviyorum. Tabii Cumaların yeri ayrı bende. Bu Pazar da bir böyle boşlamışlık, bir vurdumduymazlık var üstümde ve nedense Fuck You cümlesine takmış hatta şu şarkıyı da Pazar günü melodisi olarak seçmiş bulunmaktayım. Dinleyebiliriz...

Dipnot: Hamburger yemeği çok özledim, kızarmış patates yemeyi çok özledim. Diyet yüzünden verdiğim 58 günlük işkence yüzünden mutsuzum. Yine de üzgünüm, I'm good at it, bitches!


22 Ocak 2013 Salı

Susuyorum

Ben uslanmam Blog. Konu duygular olunca uslanmam. Ondan eminim. Çünkü sevgi konusunda zamanında en ağırını yemiş, yerin dibine batmış biri olmama rağmen, bu iğrenç ötesi ortamda hala nefes almaya çalışıyorum. Nefes? Suçlu olduğum faktör ne? Umut...

Bitmedi bir türlü *küfür* umudu. O klasik "nefes alıyorsan, hala umut vardır" sözü ne kadar da doğru. Mecazi anlam yüklenmesi daha makbul olan cümlenin, fiziksel açıdan da doğruluğunu o kadar çok yaşıyorum ki anlatamaz hiçbir kelime. Fakat çok yoruldum, usandım, bıktım. Hala aynı beklentilere girebiliyor oluşuma tüm öfkem, hala onlardan biri olarak, aynı etiket altında yaşıyor olmama bütün nefretim, isyanım...

Vazgeçmiş olmam lazımdı şimdiye; ama diğerlerinin sözüyle kandırdım kendimi her defasında, "daha yaşın 24, ne gördün ki?".. Bunu 17 yaşımdan beri duyuyorum. Ne değişti Blog? Para kazanmaya başlamamış olmam, hayata atılmamış olmam, elim ekmek tutmuyor oluşu, hayat kavgasına bulaşmamış olmam; gerçekten de bazı duyguları yaşayıp hissetmek için, yaşım çok mu erken olduğunu gösteriyor? 30 yaşımda da aynı tepkiyi göstereceğimden adım gibi eminim. Çünkü bu b*ktan dünya, iyileşmek gibi bir değişim göstermiyor; aksine daha da iğrenç, vurdumduymaz, pis ve tüketim meraklısı insanlarla doluyor. Sanki dünyaya gözlerini açan her çocuk, masumiyetini en fazla 2-3 hafta yaşıyor gibi hissediyorum. Yine de bunları yazdıktan sonra hiçbir şey olmamışçasına hayatıma devam edebiliyorsam, tek sebebi, o öldüremediğim, umut denen şeydir.

Bazen küçük bir valize birkaç eşya koyup, hiç bilmediğim yerlere gitmek istiyorum. Beni hiç tanımayanların olduğu, her şeye sıfırdan başlayabileceğim bir yere. Geçmiş o kadar yoğunlaştı ki artık taşıyamıyorum. Geçen her gün daha da fazlasını bırakıyor mazi kefesine.

Susuyorum. Ben dertlerimle doldukça susuyorum, içime atıyorum sürekli. Çünkü bağırıp çağıramıyorum, tepkimi gösterebileceğim kimse yok. Kim suçlu? Kimi, neyi suçlayabilirim? Hiçbir şeyi, hiç kimseyi... Susuyorum o yüzden. Kimsenin faydası olmuyor, kendime faydam olmuyor bazı konularda. Vazgeçmek en güzel, en kolay, en rahat çözüm oluyor; ama bu sefer de vazgeçemiyorum. Vazgeçmeyi gururuma, hayallerime ve saygı duyduğum kişilerin hatrına ödetemiyorum. Yine de bazı şeylere daha fazla katlanamayacağım. Belki temelli vazgeçmiyorum şu anda; ama tamamını ertelemeye karar verdim. Ne zaman, kiminle olduğu konusunda hiçbir fikrim yok. Elimden gelmiyor hiçbir şey.

Susuyorum.