28 Kasım 2012 Çarşamba

Duvarlar

Fotoğraflardaki gibi olmalı hayat. Bir anlamı olmalı. Gülümseyecek kadar huzur vermeli. Ağlayacak kadar değerli olmalı üzüntüler. Bazen tüm kusurları harikaymış gibi sahiplendirmeli insana. Çok şey anlatmalı kimi zaman, hayat. Bazen bir durgunluğu barındırmalı... İçinde kötü insanlar olmamalı. "Kötü" diye tarif edilen neyin fotoğrafını çekebilirsiniz ki?.. Sigara içen birinin çıkardığı duman? Manavdan elma çalmaya çalışan çocuk?..

Hayat nasıl geçmeli Blog? Karşına seni mutlu edecek insanın çıktığını düşündüğünde, aynı zamanda her şeyden uzaklaşırken, hayatın ne kadar tuhaf ve çelişkiler içinde yaşadığını derinden hissederek mi geçmeli? Ya da her gelen kişi için bütün tabularını yıkarak mı geçmeli hayat? Yoksa hiçbir şeyin seni eğilirken kırmasına izin vermeden mi geçmeli?

Sessizlik nasıl mutlu ediyor beni şu sıralar, bilemezsin. Hayatıma giren insanlar, hayatıma girmesine izin verdiğim insanlar, hayatlarına girdiğim insanlar şeklinde geçiyor dünyam son aylarda. Nerelerden geldiğimize bakıp, neleri kaybettiğimizi, neleri boş yere harcadığımızı, kimlere hak etmedikleri şansı verdiğimizi düşünüyorum Blog. Hepsini alıp çöpe koyacak kadar değersiz buluyorum bazen. Almam gereken dersi aldığımı, bundan sonra ders almayı bırakmayı düşünüyorum. Sanki bu benim elimde değilmiş gibi de düşünüyorum aynı zamanda. Ne zaman bitecek acaba bu öğrencilik durumu, bir şeyleri bıkmadan tekrar keşfetme durumu...

Hayatlarına girdiğim insanlara olabildiğince mutluluk ve hüzün getirmeye çalışıyorum. Çünkü inanıyorum ki tekinde aşırıya kaçarsam ilişki denen şeye karşı bütün dengeyi bozacakmışım gibi geliyor. Hayatıma girmesine izin verdiğim insanlar, bana bir şey öğretmeli diye düşünüyorum. Benden karşılığında istediklerini alabilirler; ama öğretmek şartıyla. Hayatıma giren insanlardan ne beklediğimi şaşırmış durumdayım. Çünkü ben sevgi beklerken onlar bendeki sevgiyi tüketir olmuşlardı her defasında. Kimi içimi, kimi dışımı, kimi elimdekileri tüketti. Evet, ilişkiler tüketmeye dayalı artık; ama azalarak çoğalan bir yapım yok benim. Şimdi kalanımı korumaya alıyorum. Kendimi, kendime saklıyorum bir süredir. Ve uzun bir süre de böyle devam edeceğime inanıyorum. O yüzden Ankara'da daha fazla nefes almayı umuyorum. Cumartesi günüyle birlikte yeni bir sayfa, yeni bir dünya ile devam etmeyi umut ediyorum. Kendime karşı olan bütün saygısızlıkları, ilgisizlikleri, umursamazca kullanımları telafi etmeyi umut ediyorum.

İstanbul her gelişimden daha fazla şey aldı benden. Küçükken gözlerimin ışıltısıyla baktığım koca şehir; adeta bütün büyüsünü alıp, söndürdü hayallerimin. Ankara'da başlayan, kısmen de olsa, hayatımı, tekrar orada devam ettirmeye itiyor şimdilerde.

Sonsuz uzunluktaki bir çukurda debelenmeye benziyor biraz da durum. Çukurun duvarlarını kendimin oluşturduğunu da eklemek isterim. Hikayemin geri kalanı için umutlarım var; ama yazmak için kendimi yeteri kadar güçlü hissetmiyorum. O yüzden nokta koymakta fayda var Blog.

24 Kasım 2012 Cumartesi

Cuma Gecesi Bieeeaatch!

Cuma gecesi...

Çok farklı geçtiği konusundaki düşüncelerimin beni benden alıyor oluşu büyük bir gerçek. Çünkü ben Taksim'de gece dışarı çıkıyorsam, güzel bir şeyler olabiliyor eğlenebileceğim şekilde. "Hatırladığım" şekilde şuraya da not düşeyim:

* Arkadaşımın eski sevgili 4x4 grubunun solisti Deniz'i gördük İstiklal Caddesinde yürürken. Sanıyorum ki saat 2'ye doğru geliyordu. O kadar çok lafı geçmişti ki bir türlü tanışmak kısmet olmamıştı. Velhasıl, caddede yürürken birini Deniz'e benzettim önce. Tabii Deniz değildi o kişi; ama 1 dakika geçmedi, pat diye Deniz geldi, arkadaşıma seslendi. Konuştular, ayaküstü tanıştık, güzel oldu. Kalbim temiz-miş dediğimi hatırlıyorum.

* 3. bardan çıktık 3 kişi yürüyoruz başka bir bara gitmek üzere İstiklal Caddesi'nde. Ben tutturdum " yaaa birileriyle tanışalım lütfeeen, çok eğlenceli olur, hem birlikte gezer, içeriz" falan. Benden gaz alan arkadaşım, karşıdan birbirine sarılarak gelen, gayet kültürlü bir çiftin yanından geçerken "ya bize de sarılsalar keşke" dedi. Ben "duyacaklar be" demeye kalmadı, adamın eşi idi sanırım, dönüp gülerek bize "siz de arkadaşınıza sarılıyorsunuz" diyerek yanımızdaki bayan arkadaşı gösterdi. Ben baş parmağı onaylarcasına kaldırarak "çok şanslısınız" derken, kadının eşi, arkadaşıma sarıldı. Ben de bayan arkadaşımla yanyana dururken "ya bize de sarılııın" dedim o kafayla, sen tut adam gülerek gel. Nasıl samimi sarıldığımı çok iyi hatırlıyorum, öyle ki adam başımı öptü ve geri döndü eşi sandığımız bayanın yanına. Ben aldığım bu pozitif enerjiyle gecemin geri kalanında kendime olan güveni tavan yapmıştım.

* Bir ara elimizde içeceklerle ara sokaklardaki barların önünden geçtik. Tektekçi diye bir yerin önünde çöreklendik. O arada önümde iki kişinin yanında bir garson elinde shot tepsisiyle satış yapıyordu. Rengarenk shotları görünce fırladım direkt. Sanki içmişçesine "şu renkli olanından alın bence güzel duruyor o" dedim. Çoçuklar aldı. İçtiler; ama suratlarında tatminsizlik ifadesini görünce "hımm olmadı değil mi? İnşallah işe yarar" dedim. İşe yarar? Sarhoş eder anlamındaydı... O çocuklardan biriyle ayaküstü muhabbet ettik. Sonra ben aynı mekanda lavaboya gittim. Ellerimi tam köpükledim yıkamak üzereyim, çeşme çalışmıyor. Çalışıyor aslında; ama meğersem alttan ayağımla basılı tutmalıymışım. Yanımdaki bayan da aynı şekilde kaldı. Sonra yanındaki çocukla ne muhabbeti kurduysalar, çocuk kıza "ben ibneyim üstüme sürebilirsin bir şey olmaz dedi" Sonra gülüştük hepimiz. Bana döndü sen de mi ibnesin deyince "evet, silebilir miyim üstünde?" derken üstüme doğru geldi gayet "başka" açıdan "tutkulu" şekilde. Tam o esnada garson girmiş ve suyu kullanma şeklini gösterdi; gülerek ellerimi yıkayıp çıktım oradan.

* Sonra kafalarımız zaten güzelken, diğer iki arkadaşımla başka bir bara gittik. Orada zaten koptuk. Ona hiç girmiyorum... Saat 4:30 gibi eve döndük, Beşiktaş'a.

Yanı, anlayacağın Blog, Cuma gecesi was BOMB! Beni en çok mutlu eden kısmı, o yoldaki gayet kültürlü ve açık çiftin sarılma olayına sıcak bakmış olmaları oldu. Ve birinin bana o şekilde sarılmasının gerçekten ihtiyacım olan şeylerden biri olduğunu daha da iyi hissettim.

İstanbul turum yavaş yavaş sona eriyor. Haftaya Ankara'ya, oradan da kim bilir nereye gideceğim. İyilikler, güzellikler bizimle olur inşallah Blog. Her ne kadar 24. yaş günüme ağlayarak soksa da beni insanlar, çok güzel bir 24 yaşayacağıma inanıyorum ben. 25'imde tavan olacağına daha çok inanıyorum.

Bir de insanlarla ilgili öyle cümlelerim var ki Blog, yazıp da seni kirletmek istemiyorum. Çünkü sen de biliyorsun ne kadar vurdumduymaz, ne kadar taklitçi ve kıskanç, ne kadar tüketmeye hevesli olduklarını...

19 Kasım 2012 Pazartesi

İ.S.T.A.N.B.U.L

Artık susmuyorum yarınlar için. Avazım çıktığı kadar bağırıyorum. Önüme gelen her taşa tekme atıp; ayağımın acısına sızlanmak yerine, üstlerinden atlıyorum her birinin... 

Şimdi konuşuyorum işte. Kelimeler tane tane çıkıyor beynimden, cümle olup; dilimde renklenerek yansıyorlar karşımdakilere. Bir coşku, bir tutku ile yele karışıyorlar...

* Çok istiyorum son başvurduğum işin olmasını. Gerçekten çok istiyorum. Ne yapsam ekstra diye düşünüp duruyorum; ama çok istiyorum. Blog, ben o işe gireyim n'olur. Fazlaca bunaldım çünkü birçok konuda. Herkes rahatça oturduğu yerden bir şeyler söylüyor/düşünüyor benimle ilgili; ama sadece 2-3 çok özel insan gelip dinliyor, yardım etmeye çalışıyor.

* KPDS sınavı da geçti Blog. Bu seneki gireceğim sınavların hepsine girdim. Sınavlar bitince yapılacaklar listesindekilere yarın başlasam iyi olacak.

* Hayat bir anda parlayıp; bir anda sönüyordu bugüne kadar; ama en sonuncu sönüşünden şimdiye kadar hiçbir parlama olmadı. Şu sıralar olacakmış gibi hissediyorum.

* İstanbul'daki en uzun geçirdiğim zamanı yaşamaktayım Blog. İ.S.T.A.N.B.U.L desem sen beni anlarsın...