28 Temmuz 2019 Pazar

Yeni Yaşımın İlk Keşke'si

Geçtiğimiz pazartesi yeni yaşımı kutladım. Yepyeni bir yaş ve birkaç yeni şeyin hevesi ve heyecanıyla girdim yeni yaşıma; ama ne kadar şanslı olduğumu biliyoruz Blog. 1 hafta içinde bir ilişkinin başlamasının ve bitmesinin yarattığı tuhaf, nefret edici, keşke'lerle dolu böyle tarif edemediğim bir ruh hali içinde yeni yaşıma girdim. Diyorum ya şanslıyım diye. Zaten ite kaka 4 senedir kendi yalnızlığımla barışmış çoktan kendi iç dünyamda başka evrenlere hareket etmiştim, ne zorum vardı ki bozmaya? Kendi halinde yaşıyordum, ne gerek vardı zaten paramparça olmuş sol tarafımın kırık bir parçasını da gereksiz yere kaybetmeye? Kaşınıyordum sanırım tabir-i caizse. Bile bile ladesti yalnız benimki. Suç kimde Blog? Tabi ki bende. Sanki tecrübesiz, insanların ne mal olduğunu anlamayan biriymişim gibi iki saf söze kanacak kadar aç bir hale gelmişim duygusal anlamda.

Yine de bugün bitmiş olan şeyin şu iyi yanından bakıyorum: Cesaret herkeste olmuyor Blog. Sözünün arkasında durmak, büyük konuşmamak, kendinden emin olabilmek, kendine güvenmek ve karşındakine güven verebilmek çok güzel erdemler. Olmuyorsa demek ki zorlamamak gerekiyor. Bu yanından düşünmeye çalışıyorum sadece şu son 2 günde yaşadıklarımı.

Ben bi' 4 sene daha yalnız kalacağım belli ki. Ya da bir daha kimseye güvenmeyeceğim sevgi konusunda. Gününü gün eden biri de olamadığıma göre, beni ben yapan tüm duygusallığımı silip atacağım içimden. Zaten son 1 senedir bunun acısını çekiyordum. Belki de buna vesile olmuş oldu bu yaşadığım şey. ŞEY.

Nasıl içimde büyük bir keşke çığlığı büyüyor bilsen Blog. Keşke diyorum hiç bozmasaydım 1 hafta önceki halimi. İyi kötü bir umudum vardı. Kendimi kandırıyordum en azından bu hayatta yaşarken. Şimdi ne hissetmem gerektiğini bilemeyecek kadar yalnızım içimde. Yine de kendimi suçluyorum. Sırf içimde nefret olsun, daha sert olabileyim diye.

Sana yazınca rahatladım biraz. Çünkü gidip omzunu gözyaşlarımla ıslatacağım bir arkadaşım yok yakınımda.


26 Haziran 2019 Çarşamba

Haziran'da Saplanan Bir Ruh

Beş kelimeden biri yalnızlıktı eskiden. Sonra 3 kelimeden biri oldu. Ve dillerden düşmeyen hale geldi. Yalnızlık... Hani etrafınızdaki sürekli gülüp eğlendiğiniz insan topluluğunun içindeyken bir tane yaprağın ağaçtan düşüşüne odaklandığınız ya da bir AVM'nin üst katında yüzlerce insanla yemek yerken oraya gereksizce koyulmuş saksıdaki çiçeğe baktığınız anlardaki yalnızlık... Duygularınızı bastırdığınız, "ben kendime yeterim" dediğiniz; ama yetmeyen bir durumun nedeni yalnızlık. Hadsizce kalbinizden beyninize doğru duyguları pompalayan, sizi yanlış tercihlere sürükleyen yalnızlık... Böyle işte yaşadığım. Başkaları gibi sahte bir maskeyi yüzüme takmadığım bir hayata yaklaşımımdan dolayı dilime ve şu anda yazıma pelesenk olan kelime, bir diğer deyişle.

Şimdilik hayatımızın asıl konuları çok başka sevgili Blog. Duygusal yaklaşımlarımdan benim değil de tuhaf bir şekilde çevremdekilerin rahatsız oluşunu baz alan bir dönemden geçiyorum. Çok tuhaf değil mi sence de? Onlara ne yani? Sonradan fark ediyorum ki, asıl rahatsız olunan şey olmayan olgunluk, sahip olunmayan duygusal yaklaşım, düşük beklentiler, robotlaşmış düşünce, biyolojik anlamda geçirilmiş yıkım ve son olaraksa öğrenilmiş çaresizlik.

Özel hayatımı kenara koyarsak, şu sıralar Dell ve Apple marka bilgisayarlar arasındaki ikilemim, hava sıcaklıklarındaki artış ve bulunduğum şehrin nem oranı, birazdan izleyeceğim The Handmaid's Tale'in yeni yayınlanan bölümü, okuduğum "Pempe Fili Düşünme" isimli kitap ve aklıma gelmeyen diğer geçici ve duygusal olmayan şeyleri de ele alabiliriz Blog. Tabii ki şaka yapıyorum. Ve yazımı sonlandırıp dizi moduma geçiyorum.

Önümüzdeki ay 31 yaşıma gireceğim. Belki o zamana kadar yazmayabilirim.

Lütfen sağlam ve benimle kal.

7 Haziran 2019 Cuma

Haziran da Geldi

Evet, yine sana yazamadım. Aslında bekledim biraz. 1 ay önce girdiğim işimden güzel haberlerle sana döneyim diye bekledim. Niye beklediysem, değil mi? Zira güzel bir haber de yok. İşle ilgili çok şey söylemek istiyorum sana Blog; ama o kadar çirkin satırları sende kayıtlı tutmak istemiyorum. Ben zaten içine atmaya alışkın, insani ilişkilerinde fazla beklentiye giren, olabildiğince açıksözlü olmaya çalışan biri olarak, bunu da içime atacağım. Beni saf saf dinleyen birkaç arkadaşım var sağ olsunlar. Onlarla paylaşıyorum sadece. Yine de en güzel şey şu galiba, eve gelince çantamda bile kalan o kahve kokusu... O kadar güzel ve masum bir şey ki. Tek tutunduğum şey bu şu anda. Keşke bunu seninle paylaşabilsem direkt sevgili Blog.

Çok yoruldum insanların "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" mantığından. Gözümün içine baka baka ikiyüzlü bir şekilde nefes alışverişlerinden, çok azıcık bir maaş farkı için birbirlerini ezip geçmeye yetecek hallerinden, insanlara tepeden bakmaya çalışmalarından -oysa ki onlar da epey dipteyken- çok yoruldum. Özetle iş mevzusu, özel hayat... şu sıralar bu temel yapılarda hareket ediyor karşımdaki insanlardan bana doğru.

Büyüklere sorsam "hayat bu" ya da "her iş böyle" diyorlar. Değil aslında. Değil de, işte anlat anlatabilirsen Blog.

Hiç mi güzel bir şey olmuyor, diye sorarsan, ne cevap vereceğimi bilemiyorum; ama şu var, 2019 hedeflerimden en ciddi olanını hallettim. En azından bu güzel bir şey. Her sabah yeni bir güneş doğuşunu geride bırakıyor olmak güzel bir şey. Gittikçe daha da olgunlaşıyor olmak güzel bir şey.

Şimdilik bu kadar. Bu arada geçen gün 10$ daha ödedim senin için sevgili Blog. Sırf adımız O, Ben ve Diğerleri olarak kalsın diye. 🌞