Gel gelelim sonuca; o anda takıldım kaldım ben. Her şeyi orayı baz alarak değerlendirdim: Hayatımın gidişatını, çevremdeki insanları, kendime olan güvenimi, hayata bakış açımı... beni ben yapan her şeyi yani.
Geriye gitme şansım yok. Öyle bir zaman dilimi yaratma şansım da yok. Ne var peki? Boş vermek? Unutmak? Yeni güzel hayatları "o zaman dilimiymiş gibi" kendimi kandırarak yaşamak?
Kendimi kandırmak yani.
Mesele bu bence. Arada çiziktirdiğim bir sözlükte de yazmıştım: Kendini kandırabilen insanlar sanırım daha mutlu, diye. Bu kadar gerçekçi, dürüst ya da açıksözlü olmak zorunda mıydım? Kişilik değişmiyor. Bunu anlamak için benim gibi 29 yaşına gelmenize gerek yok. Tavır değişebilir. Daha az umursarsınız, o da ya yorulmuşsunuzdur ya da canınız çok yanmıştır vazgeçiyorsunuzdur. Benim o konuda henüz sıram gelmedi galiba. Yoksa ben ne güzel vazgeçerdim. Ah bir bilsen Blog...
Her pazartesi diyete başlayıp akşamına vazgeçmek gibi yaşıyorum hayatımı. Hatta bazen sonraki saat dilimi içinde bile değiştireceğim kadar hızlı bir çöküş olabiliyor. İyi değil. İyi değilim. Yok o duygu durum bozukluğu değil. Başka bir şey.
Biraz birikmiş birikimim var. Onu kullanacağım "sözde" bir yer vardı; ama vazgeçtim, neyse. Çünkü sonumu bir tabutta ve arkamda ailemi gözü yaşlı bırakacak bir tablo şeklinde görüyorum.
Ne kasvetli şeyler yazdım değil mi?
O değil de Yıldız Tilbe'nin Yıldızlı Şarkıları Vol. 1 ve Vol. 2 albümlerini dinledim bugün. Yani her biri ayrı güzel seslendirilmiş Yıldız Tilbe şarkılarının. Ama ben en çok şunu sanırım beğendim, diyerek yazımı bitireyim burada...
Öperim.