4 Haziran 2017 Pazar

Tek Pencereli Oda

Küçük bir odadayım. Yarısını koca bir yatağın doldurduğu, masası olmayıp uzunlamasına bir sehbası ve komidini olan, küçük bir oda...

Hayatımın %60'i sanırım bu odada geçti. Ve geçmeye de devam ediyor. Geçmemesi aslında en büyük dileğimin bir sonucu olabilirdi; ama ne yazık ki buradayım. Kendimce yalnız, işsiz, herkesten uzakta ve tamamiyle hayattan soyutlanmış... Sen ne demek istediğimi anladın Blog.

Gündüzleri düşünmem gereken sorunlarımı, geceleri düşünüyorum mesela. Ertelemelerimi de ertelemeye başladım. Dur öyle hemen depresyon tanımını yapıştırma. Ne o öyle? Sen karışma bi' hemen. Sana demiyorum Blog. Alt benliğime(!) diyorum.

Geçen gün domain yenilemesi de oldu. 10$ da sana gitti Blog. O değil de eskiden böyle zamanlarımda kendimi gerekli gereksiz alışverişlere verirdim. Canım onu dahi istemiyor. Üstemde hiçbir şeyi istemeyen ve keyifsiz insan havası yok; ama daha farklı bir hava var. Adını koyamıyorum sadece. Hatta bak o kadar zaman eski sevgilimden ayrı kaldım ki normalde herhangi bir tanesine gider dayanamaz mesaj atardım. Belki özlerdim, belki sadece konuşmak isterdim... Onu bile istemiyorum Blog. İçimden "atacaksın ne olacak Arif? Hadi tekrar konuştunuz ne olacak?" Yani artık sonunu bile bile lades de demiyorum.

1.5 ay sonra 29 yaşıma giriyorum Blog. Bu konuda söylenecek çok şey var, ama susuyorum. Korkularımın ardına saklanarak susuyorum hem de. Konuşsam, bağırsam ne olacak diyorum. Aha tam önümde korktuğum şeyler. Bağırsam küçülmeyecek haldeler. "Bakar mısınız?" diye rica etsem dönüp de kafasını bile çevirmez haldeler...

Şimdiyse mübarek Ramazan ayının bereketinden nasiplenmeye çalışıyorum bu küçük odada. Hiç çıkmıyorum neredeyse. Genel ihtiyaçlar için, bazen de bahçeye iniyorum, bazen balkona çıkıyorum. Düne kadar yağışlı olan havalar yerini artan sıcaklara bıraktı bile bugünden itibaren. Nasılsa evdeyim diye çok takmıyorum. Ama her yaz olduğu gibi benzeri sorunları yaşayanlardan mailler almaya başladım bile çoktan. Onlar da olmasa zaten bizi ziyaret eden yok Blog. Bu halim hoşuma gitmiyor değil. Gerçek hayatta da sosyalleştiğim bir arkadaşım yok şu anda mesela. Öyle Whatsapp yazışmaları yaptığım kişiler de yok. O değil de, biri benimle sevgili olsa, benden daha sadığını bulamazdı. Gerçi bunu benimle 10 dakika konuşan biri anlayabilir. Tabi gerçekten aynı renkten bakıyorsak dünyaya.

Bu arada Macbook birikimime biraz daha para ekledim. Kullanmadığım bir kondisyon bisikletim vardı. Eniştem vasıtasıyla sattık. Gelen paranın bir kısmını da oraya aktardım. Ne olursa olsun o paraya dokunmamam lazım Blog. Büyük konuşmayayım yine de.

Ray Donovan dizisini izleyip bitirdim Ramazan'ın başından beri. Süper bir diziydi. 5. sezonu ağustosun ilk haftası geliyormuş. Favori iki dizim de başladı, ama tamamen yayınlanmasını bekliyorum. Çünkü izlenmeyi bekleyen başka dizilerim de var. Bu akşam da Luther'a başladım mesela. İlk bölümü fena değil gibiydi. Bakalım. 😀

Tek tutunduğum şey dizilerim ve bilgisayarım. Onlara bir şey olmaz inşallah. Telefonuma ödeme yapmıyorum 1 aydır. Sadece açık duruyor. Ve bir keresinde 56 saatlik bekleme süresini görmüştüm şarj %18'deyken. 2 saatlik de kullanma süresi vardı. Sonra şarja taktım tabi. O derece yani Blog.

Ve kapanışımızı Sóley ile yapıyorum. Soğuk diyarlardan gelen ılık ses...

Dipnot: İnan hiç meraklısı da değilim telefona bağlı bir sosyal iletişime. O yüzden WhatsApp'mış, Instagram ve türevleriymiş... Böyle kafam daha sakin Blog. 😀

2 Mayıs 2017 Salı

Olay

😀

Çok tatlı değil mi ama ya? Yani gülen yüz emojisi? BEN NE ZAMANDIR BEKLİYORDUM EMOJİLERİ, SENİN HABERİN VAR MI???

😀😀😀

Neyse, konuma döneyim. Havalar ısındı Blog. Hani senin teknolojik termometren, o ne oluyorsa artık, olmadığı için ben söyleyeyim dedim. Eh biliyorsun, sıcak havalardan ne kadar nefret ettiğimi ve ne kadar boğuştuğumu; hatta ne kadar rahatsız olup hayatımı cehenneme çevirdiğini.

Yine de: 😀

Bugün gerçek anlamda diyete başladım Blog. Eğer 3 ay önceki kilomu korumuş olsaydım ve diyetime devam etmiş olsaydım, şimdiye her şey daha düzgün olacaktı. Ama olsun, ne diyeyim? (1) Evet, oradan "tek derdin bu olsa keşke Arif" dediğini duyabiliyorum. Ama olsun, ne diyeyim? (2)

2 gündür yeni bir dizinin ilk sezonunu izledim: Santa Clarita Diet. Yani sesli güldüğüm nadir dizilerden. Belki genel konusuna bakınca saçma ya da sıradan ya da kimine göre vakit kaybı gelebilir, ama ben izlerken bazı espirilere cidden güldüm. Keşke daha uzun olsaydı.

Bu arada geçen haftalarda Episode Calendar'ın Türkçe çeviri moderatörü olduğumu ve bu sayede 1 yıllık Premium üyelik aldığımı söylemiş miydim? Üniversite yıllarımdan beri kullanıyorum o siteyi dizi takibi için. Bir başka site daha var kullandığım yedek olarak ve limit sorunu olmadığı için, ama Episode Calendar hep favorimdi. Ve Premium olduğum için de 20 diziden fazlasını ekleyebiliyorum oraya artık. Isn't it excited? Kendim de almak isterdim aslında, ama ne yazık ki sadece Paypal ile ödeme kabul ediyor ve Paypal Türkiye kullanım dışında. Şimdilik böyle 1 yıl deneyelim. 🌼

İnsanlar son zamanlarda aşırı şekilde özel hayatını sanal ortama yaymaya başladı Blog. Görsel anlamda olanlardan bahsediyorum. Bunun en büyük paylaşım yolu ve rolü ne yazık ki Instagram oluyor. Artık her 10 insandan 4'ünün profiline girsem, gördüğüm kendi fotoğraflarıyla, ki bunlar değişik açılardan selfieleri kapsıyor, dolu olması. Yani profesyonel makineyle çekip de bir şekilde Instagram profilinde paylaşanları anlamıyorum, ama "beni beğensinler" havasında sadece kafası görünen selfielerini paylaşan insanları hiç anlamıyorum. Anlamadığım o kadar çok egoist olan ve bunu inkar eden insan var ki anlatamam. Örnekleri çok yani. Ben ne paylaştığımı söylemeyeyim, gülersin. Sosyal hesaplarımı kapatmayı çok istiyorum aslında Blog. Ama sırf ismimi kaybetmemek adına ve arada sadece oradan yazışabildiğim kişiler olduğu için açık tutuyorum mecburen. Yoksa zamanında denedik birçok kez seninle, biliyorsun. Olmuyor, yine de birine bir şey yazmam gerekiyor ya da bir siteye giriş yapmak zorunda kalıyorum, mecburen tekrar aktifleştiriyorum.

Biliyorum, çok az yazıyorum sana da artık. Sebebi keşke yoğunluğumdan dolayı olsaydı, ama öyle değil. Arada, benim de ilk 500 yazardan biri olduğum Blog Sözlük'e yazıyorum. Kısmen ağlama duvarı benim için belki de. Bilemiyorum.

Ha, aklıma gelmişken, faturan geldi sevgili Blog. Domain yenileme zamanının geldiğini haber verdi Google. Bilgilerimi kontrol edip kredi kartı bilgilerimi kontrol etmem lazım. Umarım zam gelmemiştir ücretine. Malum... Keşke şöyle $2-3'lık bir şey olsaydı, değil mi? 😁

Canım kocaman bir hamburger çekti Blog. Yanında büssürü büssürü kızarmış patates! Ve ranch sos. Oy. Neyse ben gidip kahvemi alayım. Şuraya da fotoğrafını bırakayım hayalimin. 🍔🍟


11 Nisan 2017 Salı

+N'aber? -Ben de iyi değilim, boş ver...

Sinemia macerasından sonra böyle olacağımı ikimiz de biliyorduk Blog.

Harçlığımın oldukça azalacağını, zaten pek arkadaşımın olmayışının ve yalnızlığa iyice alışmamın verdiği sonsuz güçle(!) daha da kendime dönük kalacağımı biliyorduk şimdi birbirimizi kandırmayalım. Yukarıda Allah var sonuçta. Yine de biraz fazla geldi sanki ha? Ne dersin?

"Her duyguyu bu kadar derinden yaşamak zorunda mıyım?" diye sorup duruyorum kendime şu günlerde. Cidden bak, birinden ayrılmak için 1 senemi harcıyorum, telefon numaraları değiştiriyorum falan. Dışarıdan biri izlese ya deli der ya da ergen bu der. Oysaki saflığımdan hep. Kendime ettiğimden hep. Vallahi bak.

Benim yine her şey aynı be Blog. Düzelmiyor hiçbir şey. Bozuk bir durum da yok aslında, ama eksik çok fazla. Hani şu standart hayatın gerekliliklerini kastediyorum: İş, aşk, ev, para vs. Yok onlar. Yine de karnımız tok, sırtımız pek çok şükür. Daha ne olsun? Bir de içime sor bunu diyorsun değil mi Blog? Biliyorum.

Yalnız şu son 2 ayda çok iyi anladım. Dış görünüş hiçbir b*ka yaramıyor. Yaramıyor. Birinden etkilenmiş, hoşlanmış olman hiçbir halta yaramıyor. Eğer ki cebinde karşındakinin gözünü az ya da çok doyuracak kadar paran yoksa, o dış görünüşler, yok efendim elektrik almalar falan... fasa fiso. Şöyle geçmişime dönüp bakınca gördüğüm birkaç şey var. Hayatıma aday olarak bile giren kim olduysa, bir noktadan sonra bendeki bu "parasal" belirsizlikten dolayı gitti ya da alacağını aldı ve kendi yoluna devam etti. Tabi bunlar yüzüne söylenmedi insanın, ama belli bir olgunluğa ulaşınca daha iyi anlayabiliyor insan.

"Lan, hani benden etkilenmişti? Hani hayatında benim gibisi çok nadirdi ya da hiç denk gelmemişti? Hani sevgi önemliydi daha çok?" bu ve daha benzeri birçok sorum var her bir karşıma çıkana Blog. Tek bildiğim bir şey var, o da bu konuda kendi cesaretimin üstüne kimseyi görememiş olmam. Bu da diğerlerinin korkak olduğunu ima ettiğim anlamına gelsin Blog. Çünkü öyle. Ve üzgün olmadığım için de kusura bakma. Sorry not sorry.

Bir de bir kısmıyla daha sonra karşılaşınca bana hayattan tavsiyeler falan veriyorlar. Ya arkadaş, tövbe estağfirullah. Git biraz sevmeyi öğren diyesim geliyor. Çünkü artık bulunduğum iğrenç ortamdaki insanların en büyük sorunun ne olduğunu tam anlamıyla kavramış oldum: SEVMEYİ BİLMİYORUZ. Ondan  hep öyle gecelik modda gidiyor her şeyleri. Neyse, bu konuya girmeyeyim yeteri kadar uzak kalmaya çalışıyorum hepsinden. Hem ben bir tanesi çıkıp "ben seninle her şeye varım" demediği sürece, kusura bakma da Blog, şeyimde bile değil.

Önümüzde referandum var. Yanımızda iyice iğrençleşen bir savaş var. Daha devam edeyim mi negatif şeylerden? 😐

Az önce ablamgile bebek bezi aldım kredi kartımdaki kampanyayla. Yani bugüne kadar 4 farklı kredi kartı kullandım. HSBC, İş Bankası, Finans Bank ve Teb. Şu anda hepsi kapalı, ama bir senedir falan kullandığım CepteTeb kredi kartım, diğer kredi kartlarımdan edindiğim faydaları çoktan geçti. Hele o HSBC ve İş Bankası kredi kartlarım... limitlerimi doldurduğum zamanları bilirim. Ne düzgün kampanya ne puan... Neyse, CepteTeb'in ikinci Gitti Gidiyor kampanyasını kullandım. Böylece 1 adet bebek bezi 58 kuruşa gelmiş oldu. Bilmeyenler garipser tabi. Ben de ilk başka "öhöhöh böbök bözö nö kö yöö" diyordum. Ama günde 5-6 tane bez değiştirince insan bir dumur oluyor.

Pazar günü teyzeme takılıp günübirlik anneanneme ziyarete gittim. Teyzem de gidemiyordu eşinin rahatsızlığından dolayı, ben de epeydir görmemiştim. Yenibosna'ya kadar teyzemin arabasında gittik geldik sohbet ederek. Anneannemin alzaymırı var. Yani hatırlıyor hepimizi çok şükür 87 yaş civarında. Ama arada bir değil de çoğu zaman olmamış olayları anlatıyor. Öyle bir anlatıyor ki bilmeyen biri inanır. Benimle ilgili de bir hikayesi var anneannemin uzun bir zamandır. Güya ben teyzemin kızlarından birini istiyormuşum ve ona diyormuşum, gerçekleştirsin evliliği diye. Bunu ilk öğrendiğimde gülmüştüm. Bir seferlik bir şey demiştir geçmiştir diyordum, ama meğersem arada aklına geldikçe açıyormuş mevzuyu. Ben oradayken de açtı. Sen o kızı boş ver, onlarla olmaz da falan da filan da. Gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Tam öyle bir ikilemde kaldım Blog. Sonra teyzem yetişti de konuyu değiştirdi. Yaşlılık işte. Bunlar var Blog, bunlar benim başıma da gelecek. Ben bunları düşünürken ne yapayım sevmeyi beceremeyen ya da cesareti olmayan insanları. Tek başıma yaşarım hepsini. En azından minnet etmem hayat arkadaşı diyebileceğim birine. Anlatabiliyor muyum?

Şu şarkıyı dinledim 5-10 kez yine bu yazımı yazarken. Şu sıralar dolunay var bu arada. Hadi bakalım Arif, yine güzel(!) bir gece bekliyor seni.