24 Eylül 2016 Cumartesi

Sen Orda Yok Musun?

Son 2-3 gündür hastayım Blog. Başında doktora gittim, antibiyotik ve 1-2 ilaç verdi. Onları kullanıyorum. Bizimkiler devremülke gittiler, ben gitmedim. Evde yalnızım. İki hafta kadar. Kafamı dinliyorum galiba...

Dün, en son ne zaman yaptığımı bile hatırlamadığım bir şey yaptım gün içinde: 5 vakit namaz kıldım vaktinde. Tabii en sonunda yatsı namazı duasına kadar bekleyen gözyaşlarım boşaldı gözlerimden. Zaten burnum tıkalı, gözlerim şiş, tuhaf bir haldeydim. Hep sormak istediğim, ama her sefer içimden geçirdiğim şeyleri sordum O'na kısık bir ağlamaklı sesle bu sefer. Bu sefer kapattım galiba o soru kısmını. Tekrar sormam sanırım neden ben, neden bir tane değil de birkaç tane dert diye.

Şu anda böyle kim gelse karşıma dert anlatsa, ona karşıma sanki Hitler gelmiş de yaptıklarından pişmanmış da bana yakınıyormuş gibi bakardım. O derece tepkisizim...

Ev sessiz. Bazen soğuk, bazen siyah beyaz, bazen kırmızı. En güzel anlardan biri de dizilerimi usb diske atıp TV'den izlemek galiba. Daha güzel. 2+1 ses sistemini bağlamayı düşünüyorum bir de. Artık biraz da bas verme zamanı...

Ben en iyisi gidip bir film izleyeyim.

Şunu da buraya ekleyeyim:

15 Eylül 2016 Perşembe

Yazarsam Geçer

Önce biraz havalardan bahsedeyim. Belki sakinleşirim az da olsa. Eylül dedim, sonbahar geliyor dedim; gelmemiş gibi sıcaklar yükseldi adeta. Ta ki şu birkaç güne kadar. Bugün gayet serin bir havayla yazıyorum sana Blog.

Biliyorsun kurban bayramını yaşıyoruz. Etrafın et kokmasından, benim yine bir süre kırmızı et görmek istemeyişimden bahsetmeyeceğim. Ablamgil, eniştelerim ve yeğenlerim, geldiler. Çocuk sesleri, siyaset, dedikodu... hepsi geçildi sırayla. Bense kendi köşemde oturdum. Salı akşamı yayınlanan iOS 10'u önce kendi telefonuma, sonra ablalarımınkine yükledim. Reset atarak yüklediğim için ekstra efor harcadım her birinde. iPhone 5, 5S ve 6 modellerine yüklemem; bana daha bir ekstra yük oldu. Çoğu kişinin şikayet ettiği yeni klavye tıklama ve kilit sesini ben gayet beğendim...

*****************************

Neyse ki bu bayramda üzerime gelinmedi çok. Mevzu daha da kritik konularda ve başkaları hakkında oldu. Kaldıramazdım demiyorum, ama boş yere konuşmuş olurdu insanlar diyorum Blog. Kendimi bazen gereksiz şeylerle uğraşırken buluyorum şu sıralar. Ya da acelesi olmamasına rağmen uğraştığım şeylerle... Sebebini biliyoruz, öteliyoruz kendimizi. Bakalım nereye kadar, değil mi?

İçimden çoğu kişiye "aman siz çok iyi biliyorsun. Her b.ku biliyorsun, tebrik ederim." diyesim geliyor. Demiş sayalım buradan yine de Blog, içimde kalmasın. Belki okurlar falan. İyi olur.

****************************

Seyrek yazmamın sebebi, yazacak bir şeyler bulamıyor oluşum değil. Hiçbir güzel haber paylaşamıyor oluşumdan dolayı Blog. Aynı tempoda geçen günlerimin özetini buraya aktarmak da istemiyorum. O yüzden yazamıyorum. Bazen şimdiki gibi yazmak geliyor sadece içimden. Belki gerçekten isteyip de yazamadığım konulardan dolayı az biraz rahatlama sağlarım diye, belki yazınca geçer diye.

Yazınca geçer mi Blog? Yazınca hiç geçti mi acaba. Keşke yazınca geçse be Blog. Keşke...

4 Eylül 2016 Pazar

Yitik Hayaller

Ve benim mevsimim geldi... Sonbahar!

Kendimi en çok bütünleştirdiğim mevsim sanırım. Şu anki hallerimi de anlatıyor. Renklerini yavaş yavaş kaybediyor her şey. Soluyor renkleri çiçeklerin. Bulutlar sanki bütün yaz boyunca tozun toprağın içinde oynamışçasına, pis bir şekilde geziniyor gökyüzünde.

Hüzün var havada. Öyle anlar geliyor ki bardaktan boşalırcasına ağlıyor gökyüzü. Sonrasında gelen biraz rahatlamayla, az biraz güneşi yüzüne yansıtıp etrafa renklerini saçıyor gökkuşağıyla. Adeta dans ediyor duyguları... doğanın.

Aynı ben, değil mi Blog? Bence de.

Seviyorum bu mevsimi. Çünkü içinde iyi ya da kötü ne varsa gösteriyor. En çok da gözyaşlarını gösteriyor. Hani şu çoğumuzun sakladığı gözyaşlarını...

*****************

Bugün kötü bir haber öğrendim. Yani üzerinden 1 ay geçmiş olsa da ben yeni öğrendim. Hala daha etkisindeyim. Annem ve babamın haberleri yok. Duyduklarında epey kötü olacak... Nasıl dua edeceğimi de şaşırdım. Tabii her şeyden önce Allah sağlık versin, ama bir anda altüst olmayı hak etmeyen insanların hayatı söz konusu olunca, ne bileyim be Blog. Herkesin sınavı bir başka oluyor bu hayatta.

*****************

Yoruldum insanlardan. Karşıma hep aynı saçmalıkta insanlar çıkıyor. Kimse sevilmeye değmiyor, belli ki ben cidden yalnız kalacağım hep. Başka biri olsa neyse de, ben beceremiyorum yalnız olmayı be Blog. "Daha ne kadar yalnız olabilirsin ki?" diyorsun, değil mi? Doğru, ama işte.

Vurdumduymaz biri olmayı isterdim. Ne bileyim işte, o lisedeyken aşırı solcu olan, bazen yolunu şaşırıp aşırı komünist olan, eylemlerden eylemlere giden bir tip olan biri olsaydım. Ya da sürekli içip o ortamlarda olsaydım. Ya da mesela lise sona doğru Allah inancımı bir kenara bırakıp kendime değişik sıfatları yakıştırıp yoluma devam edebilseydim. Vicdanımı sadece insanlık olgusunun bağlı tuttuğu bir hayata bırakabilseydim, yani Allah korkusu falan olmasaydı... Böyle olsaydı gerçekten daha rahat bir Arif mi olurdu? Oysaki bunların hiçbirine sahip olmadığım için şükrediyorum ve çok mutluyum şu anki halimden. Ama ya öyle olsaydım?

****************

Ölmeyi bekliyorum Blog. Durumumu haykırmıyor olsam da etrafa, şu anda yaptığım tek şey bu. Ölmeyi bekliyorum. Aynı ilkbaharda açıp bütün yaz etrafa neşe saçıp sonbahara doğru yavaşça kendi huzura bırakan bir çiçek gibi...