Dışarı çıktım bu akşam. Yolda giderken yine Diyarbakır sokaklarında arada bir gördüğüm bir şeye denk geldim. Şehrin lüks semtindeki trafik lambalarının orada, Suriyeli olduğunu düşündüğüm çekirdek bir aile...
Anne, elinde mendil paketleriyle, duran araçlara gidip belki alırlar ya da sadaka verirler umuduyla camlarına yanaşıyordu. Baba, yine bir elinde mendil paketi, diğer elinde küçük kızı, ihtiyaçları olduğu belli olan bakışlarıyla, araç şoförlerine bakıyordu...
10 saniye, belki 20 saniye olmuştur önlerinden geçişim. Onların neler yaşadığını anlayamam bu halimle. Kanser olsam, 3 günlük ömrüm de olsa anlayamam; paraya para demeyen bir hayatım da olsa anlayamam. Hep demişimdir: Bazı şeyleri sadece çeken/sınanan bilir.
Büyük planları olan ülkeler bir gün kardeşiniz dediğiniz yurttaşınızı size düşman ediyor. Ertesi gün, komşu ülke diye baktığınız yabancı bir memlekette, hiç tanımadığınız ve muhtemelen de tanımayacağınız insanların verecekleri 1-2 liralık paraya muhtaç oluyorsunuz. Çocuğunuzun geleceği, kendi geleceğiniz... değil de artık o gün ne yiyeceğinizi düşünüyorsunuz. Belki de kaldığınız yerin kirasını düşünüyorsunuz. "AMA" şunları hiç düşünmüyorsunuz:
* iPhone 7 çıkacak sene sonunda, onu mu alsam yoksa Samsung'u mu beklesem?
* Bugünkü yemekler yarın yenmez ya. Dökeyim en iyisi, yarın yeni yemekler yaparım, hem kocam özlemişti bol etli bir yemeği.
* Pierre Cardin'den almalıyım yatak odası takımımı. Hem çok değil, sadece 20 bin tl. 2 senede öderim.
* Çok mutsuzum. Hiçbir şey mutlu etmiyor beni. Sürekli yemek yiyorum, içiyorum. Üff...
Ve uzar gider bu liste. Bunları düşünmüyorsunuz. Çünkü bunlar olmasa da tok kalabiliyorsunuz, ertesi güne çıkabiliyorsunuz...
Öyle işte Blog. Akşam dışarı çıktık. Bir kafede oturduk. Aklımın bir köşesi o yoldaki ailede kaldı. Belki baktıkları sadece o aileden ibaret değildi. Belki hiç ihtiyaçları yoktu. Bilmiyorum.
Bazen öyle bir an geliyor ki neye şükredeceğimi şaşırıyorum, bazen de korku, acizlik, tükenmişlik sarıyor tüm benliğimi. Susuyorum. Zaten beni bilirsin, ben susunca tüm dünyam susuyor.
Allah onlara ve diğer tüm ihtiyaçlı göçmen misafirlerimize yardım etsin. Ve bizi o durumla sınamasın Blog.
Amin.
13 Haziran 2016 Pazartesi
9 Haziran 2016 Perşembe
Ramazan...
Hoş geldi tabii ki Ramazan ayı.
Tutamam diyordum ya hani belki? Heh işte, tutuyorum çok şükür. İlk gün zorlamıştı aşırı derecede. Ablamgil tutma sen dediler, ama tuttum. Ne ki, en fazla susuz kalıyorum. Beni en fazla o zorlardı, malum ciddiyete varabilecek bir rahatsızlığım var her ne kadar ben sallamasam da ve ilaç kullanıyor olsam da. Yine de üçüncü gününü de geçirdim. Haliyle o sabır taşı da çatladı.
Şu son 1-2 aydır sana çok sardım Blog. Farkındayım. Beni sanırım mutlu eden mi diyeyim, rahatlatan mı diyeyim; yoksa hiçbir şey demeyip sessizce sana mı yazayım bilmiyorum; ama yine buradayım, dışarıda davul sesi, sahuru beklerken, uyku tutmamışken; "bugün de sahura kadar ayakta durayım" demişken... bir yandan da sana yazıyorum.
Son 2-3 gündür Diyarbakır'ın hava trafiği epey yoğun. Bugün sanırım en az 3 kez, ışıkları sönük bir şekilde kalkış ve iniş yapan askeri uçaklar gördüm. Gittim geldim yine bir yerlere. Korkuyorum, ülkemizin savaşa sürüklenmesinden korkuyorum. Korkuyorum, çünkü bir partinin başkanı çıkıp neredeyse "teröristler canımızdır, onlar da insan" diyor. Ve belli bir kesim, buna karşı olmasına rağmen, sırf Atatürk'ün hatrına ve başka da güçlü bir sol görüşü destekleyen parti olmadığı için, sesini çıkarmıyor. Beni biliyorsun Blog. Siyasetten hoşlanmıyorum. Çünkü kavga ve gürültüden başka hiçbir şey getirmiyor. Pek bir görüşü desteklediğim de söylenemez aslında. Aklımda dengeli şeyler var, ama yine de şu parti diyemiyorum galiba, ama ben milliyetçi biriyim. Irkçı değilim tabii. Ülkemi seviyorum, bayrağımı kimseye dayatmıyorum, ama o bayrak Türkleri temsil etmiyor sadece, bunu biliyorum ve herkesin de bunun bilincinde olmasını istiyorum. Haliyle 1 senedir verilen şehitler az buz değil; ve hükümet düşmanlığı öyle bir boyuta gelmiş durumdaki insanlara neler yaptırıyor, neler dedirtiyor, şaşıyorum. Ve üzülüyorum da. İşte, sorun olduğu düşünülen görüşler bu şekilde saldırgan tavırlarla çözülmemeli. Yanlış olduğu düşünülen şeyleri koyun dediğiniz kişiler yapıyorsa eğer, bunu onlara anlatmaya çalışmakla düzeltebilirsiniz. Yapamıyorsanız da kusura bakmayın "oy vermemek" dışında hiçbir şey yapamazsınız. Yapmaya hakkınız yok. Ve eğer sorun gerçekten o "koyunlarda" değilse, aynaya bakmanız gerekiyor. Çünkü KİMSE SİZE ÇOBAN OLMA HAKKINI VERMİYOR BU HAYATTA.
Üşüdüm bu arada. 2. ve 3. günü epey serin geçti Diyarbakır'da. Gülümsüyorum bir yandan. Çünkü seviniyorum. Bu durum benim için daha az su kaybı demek, daha rahat oruç tutmak demek. "Normal" insan kadar. Çünkü ben anormalim su kaybı konusunda...
Şu sıralar gülüyorum Blog. Dışım; gözüm, kulağım, ağzım.. mutlu; ama içim değil. Değil işte. Bilmiyorum. Evet, Diyarbakır'a gelince böyle oluyor, onu da fark ettim. İlacımı bırakmak istiyorum. Sadece rahat bir şekilde üzülmek için, samimi bir şekilde üzüntümü yaşamak için bırakmak istiyorum; ama bırakamıyorum. Olur da yine krize bağlarsam evdekileri üzmeyeyim diye bırakamıyorum.
Üzüntümü bile yaşamıyorken, bazen merak ediyorum ne için yaşıyorum diye.
Tutamam diyordum ya hani belki? Heh işte, tutuyorum çok şükür. İlk gün zorlamıştı aşırı derecede. Ablamgil tutma sen dediler, ama tuttum. Ne ki, en fazla susuz kalıyorum. Beni en fazla o zorlardı, malum ciddiyete varabilecek bir rahatsızlığım var her ne kadar ben sallamasam da ve ilaç kullanıyor olsam da. Yine de üçüncü gününü de geçirdim. Haliyle o sabır taşı da çatladı.
Şu son 1-2 aydır sana çok sardım Blog. Farkındayım. Beni sanırım mutlu eden mi diyeyim, rahatlatan mı diyeyim; yoksa hiçbir şey demeyip sessizce sana mı yazayım bilmiyorum; ama yine buradayım, dışarıda davul sesi, sahuru beklerken, uyku tutmamışken; "bugün de sahura kadar ayakta durayım" demişken... bir yandan da sana yazıyorum.
Son 2-3 gündür Diyarbakır'ın hava trafiği epey yoğun. Bugün sanırım en az 3 kez, ışıkları sönük bir şekilde kalkış ve iniş yapan askeri uçaklar gördüm. Gittim geldim yine bir yerlere. Korkuyorum, ülkemizin savaşa sürüklenmesinden korkuyorum. Korkuyorum, çünkü bir partinin başkanı çıkıp neredeyse "teröristler canımızdır, onlar da insan" diyor. Ve belli bir kesim, buna karşı olmasına rağmen, sırf Atatürk'ün hatrına ve başka da güçlü bir sol görüşü destekleyen parti olmadığı için, sesini çıkarmıyor. Beni biliyorsun Blog. Siyasetten hoşlanmıyorum. Çünkü kavga ve gürültüden başka hiçbir şey getirmiyor. Pek bir görüşü desteklediğim de söylenemez aslında. Aklımda dengeli şeyler var, ama yine de şu parti diyemiyorum galiba, ama ben milliyetçi biriyim. Irkçı değilim tabii. Ülkemi seviyorum, bayrağımı kimseye dayatmıyorum, ama o bayrak Türkleri temsil etmiyor sadece, bunu biliyorum ve herkesin de bunun bilincinde olmasını istiyorum. Haliyle 1 senedir verilen şehitler az buz değil; ve hükümet düşmanlığı öyle bir boyuta gelmiş durumdaki insanlara neler yaptırıyor, neler dedirtiyor, şaşıyorum. Ve üzülüyorum da. İşte, sorun olduğu düşünülen görüşler bu şekilde saldırgan tavırlarla çözülmemeli. Yanlış olduğu düşünülen şeyleri koyun dediğiniz kişiler yapıyorsa eğer, bunu onlara anlatmaya çalışmakla düzeltebilirsiniz. Yapamıyorsanız da kusura bakmayın "oy vermemek" dışında hiçbir şey yapamazsınız. Yapmaya hakkınız yok. Ve eğer sorun gerçekten o "koyunlarda" değilse, aynaya bakmanız gerekiyor. Çünkü KİMSE SİZE ÇOBAN OLMA HAKKINI VERMİYOR BU HAYATTA.
Üşüdüm bu arada. 2. ve 3. günü epey serin geçti Diyarbakır'da. Gülümsüyorum bir yandan. Çünkü seviniyorum. Bu durum benim için daha az su kaybı demek, daha rahat oruç tutmak demek. "Normal" insan kadar. Çünkü ben anormalim su kaybı konusunda...
Şu sıralar gülüyorum Blog. Dışım; gözüm, kulağım, ağzım.. mutlu; ama içim değil. Değil işte. Bilmiyorum. Evet, Diyarbakır'a gelince böyle oluyor, onu da fark ettim. İlacımı bırakmak istiyorum. Sadece rahat bir şekilde üzülmek için, samimi bir şekilde üzüntümü yaşamak için bırakmak istiyorum; ama bırakamıyorum. Olur da yine krize bağlarsam evdekileri üzmeyeyim diye bırakamıyorum.
Üzüntümü bile yaşamıyorken, bazen merak ediyorum ne için yaşıyorum diye.
5 Haziran 2016 Pazar
Yoruldum
Şu anda ellerimin teri 2008'de yaşadığım ameliyattan önceki zamanlarımı bana hatırlatmaya çalışıyor gibi adeta. 2-3 yıl önce büyük bir sevinçle sahip olduğum iPhone'umu kullanmaktan tut da şu anda bu yazıyı yazmaya çalışırken çektiğim eziyete kadar tekrar aynı kabusu yaşıyorum resmen. Bu sonucu yaşayacağımı tabii ki söylemişti doktorum ameliyat olurken, ama yaşadığım aşırı terlemeye ek olarak tekrar bu durumun da eklenmesi beni böyle ellerimi ayaklarımı, hatta Dexter gibi bütün vücut parçalarımı kesip ayrı ayrı paketleyip buz gibi deniz sularına atmaya itiyor. Bunu şaka yollu gibi anlatıyor gözüksem de yapasım çok.
34-35 derece sıcaklık vardı bugün. Dünden beri yaşadığım sinir/moral bozukluğu, bununla birlikte aşırı terliyor oluşum, Ramazan'ın geliyor olması, annemin dönmemi beklemesi... daha gelecek sorunlarına gelmeden, beni öyle geriyor, öyle boğuyor ki anlatamam.
Şundan da yoruldum, başta ailem olmak üzere, hemen hemen herkesten gördüğüm tepki. Tamam anlıyorum, bir kısmı artık üzerinden inmemi bekliyor, bir kısmı tembel olduğumu düşünüyor, bir kısmı mücadele etmediğimi düşünüyor, bir kısmı bana üzülüyor, bir kısmı acıyor. Özetle bir şekilde kendi hayatımı kurmamı istiyorlar. Ben ne b*k yiyorum peki sence Blog? Neyse.
İki arada kalma durumum var, bazen aşırı derecede nüksediyor. Ve yukarıda anlattığım, tamamen bana ait olan ve yalnızca benim anlayabileceğim sorunlarla birleşince daha da zor geliyor. Şu anda saat 00:12 ve hava sıcaklığı dışarıda 26 derece, ama içeride sanırım 28-29 derece. Ellerim vıcık vıcık. Buna da neyse.
Bazen dönüp bakıyorum kendime; Arif, sen kendin gibi birini ister miydin diye de soruyorum.
Ben de istemezdim sanırım Blog. Ne arkadaş, ne sevgili, ne eş, ne dost, ne oğul, ne de kardeş olarak... Çünkü hayallerinin ve yapabileceklerinin önüne çekilmiş olan setin nasıl bir şey olduğunu uzaktan bakınca ben de göremezdim kendim gibi birinin. O yüzden istemezdim belki de. Belki de işime böylesi gelirdi.
Yine de Allah böyle yarattıysa, O istiyor demektir en azından.
Hoş geldin Ramazan. Ben yokum bir süre Blog.
34-35 derece sıcaklık vardı bugün. Dünden beri yaşadığım sinir/moral bozukluğu, bununla birlikte aşırı terliyor oluşum, Ramazan'ın geliyor olması, annemin dönmemi beklemesi... daha gelecek sorunlarına gelmeden, beni öyle geriyor, öyle boğuyor ki anlatamam.
Şundan da yoruldum, başta ailem olmak üzere, hemen hemen herkesten gördüğüm tepki. Tamam anlıyorum, bir kısmı artık üzerinden inmemi bekliyor, bir kısmı tembel olduğumu düşünüyor, bir kısmı mücadele etmediğimi düşünüyor, bir kısmı bana üzülüyor, bir kısmı acıyor. Özetle bir şekilde kendi hayatımı kurmamı istiyorlar. Ben ne b*k yiyorum peki sence Blog? Neyse.
İki arada kalma durumum var, bazen aşırı derecede nüksediyor. Ve yukarıda anlattığım, tamamen bana ait olan ve yalnızca benim anlayabileceğim sorunlarla birleşince daha da zor geliyor. Şu anda saat 00:12 ve hava sıcaklığı dışarıda 26 derece, ama içeride sanırım 28-29 derece. Ellerim vıcık vıcık. Buna da neyse.
Bazen dönüp bakıyorum kendime; Arif, sen kendin gibi birini ister miydin diye de soruyorum.
Ben de istemezdim sanırım Blog. Ne arkadaş, ne sevgili, ne eş, ne dost, ne oğul, ne de kardeş olarak... Çünkü hayallerinin ve yapabileceklerinin önüne çekilmiş olan setin nasıl bir şey olduğunu uzaktan bakınca ben de göremezdim kendim gibi birinin. O yüzden istemezdim belki de. Belki de işime böylesi gelirdi.
Yine de Allah böyle yarattıysa, O istiyor demektir en azından.
Hoş geldin Ramazan. Ben yokum bir süre Blog.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)