O, ben ve diğerleri değiliz artık. Sadece "biz" var. Bir süredir bunu düşünüyorum. Okuduğum bir kitaptan etkilenip böyle düşünmeye başladım. Bir şeyleri ya da birilerini ayırmak bana bir şey kazandırmıyor; aksine daha da bölünüyorum.
Durum bu şekilde tam olarak. Çok bölündüm, çok paylaşıldım, çok ayrıldım parçalara. Adım attığım anda koşar olduğumu fark ettim bazen, bazen de geriye doğru çekildiğimi gördüm.
Şu anda 2013'un sonundan 2014'ün ortasına kadar ömrümü geçirdiğim şehrin, Diyarbakır'ın, farklı bir akşamından yazıyorum sana Blog. Burada olanları medyanın göster(-e)meyişi mi diyeyim yoksa buranın farklı bir dünya mı oluşu diyeyim... beni değişik hissettiriyor. Ama gördüğün üzere zorlamıyorum.
İnternette takip ettiğim sayfalar var askerlikle ilgili. Kafamda binbir tane şey var, ama içimde adeta duru bir göl havası hakim. Takip ettiğim sayfalardaki diğer insanların yaşadığı değişik heyecanı/paniği ben henüz yaşamıyorum. Gerçi seneler boyunca yaptığım sıkıntının/stresin haddi hesabı da yok. Sonuçta boş veriyorum biraz.
O değil de cidden kafamı toparlayamıyorum. Toparlamaya çalışıyorum, ama olmuyor. Yine bir başka kitap okuyorum bana huzur vermesi için. İşe yarar gibi duruyor, ama kafamdaki düşünce yoğunluğu çok başka bir boyutta duruyor. Bilmiyorum nasıl geçer, geçer mi ya da...
2 haftam kaldı gibi bir şey. Benden daha çok merak edenler var askerliğimin nereye çıkacağını. Ben de merak ediyorum. Ama içimdeki tek umut, olabildiğince hızlı bir şekilde uyum sağlamak. Ne kadar çabuk alışırsam o kadar iyi olacak benim için. Geride bıraktıklarım da olacak.
Acaba şu anda depresyonun daha farklı bir evresini mi yaşıyorum? Yoksa iyi mi hissediyorum? Bilmiyorum.
Bazen sadece kendi kendime konuşuyormuşum gibi hissediyorum. Bazen de çok sevildiğimi hissediyorum. Bazen birilerinin beni izlediğini düşünüyorum uzaktan; ama hepsini iyi niyetli düşünüyorum.
Haftaya da İstanbul'da takılıyor olacağım. Bodrum'dan sonra Ankara'ya git gel yapışlarım, Diyarbakır'a gelişim ve İstanbul'da da olacak olmam... kapanışı yine evde yapacağım gerçeğini değiştirmiyor. Yani... sanırım.
Beni uzaktan izleyen varsa eğer bana ulaşıp "ben seni izliyorum" dese iyi olur. Şizofreniye bağlamamı istemeyiz. Değil mi Blog?
16 Ekim 2014 Perşembe
23 Eylül 2014 Salı
Ve Sonbahar...
Hoş geldin sonbahar. Bütün yaz boyunca seni bekliyordum. Serinliğini, renksiz gibi görünen ama aslında daha koyu renkleri gösteren hallerini, yağmurlarını, getirdiğin koyu bulutları, insanların üzerinde yarattığın kötümser ve negatif etkini... Seni bekliyordum, çünkü benim dünyamla bütünleşen ikinci mevsimsin. Beni anlayan, bana nefes aldıran, beni umutlandıran tek mevsimsin diğer bakımdan. Çünkü peşinden kış geliyor. Korkmayacağım ve rahatça yaşayabileceğim bir mevsimin habercisisin adeta. Hoş geldin o yüzden.
Benim de içime sonbahar geldi Blog. Yine yapraklarımın döküldüğü, renklerimin koyulaştığı, ruhumun daraldığı bir sonbahar geldi her şeyime. Yağmur yağıyor fırtınalı şekilde tam sol yanımda. Üst taraflar zaten hep yağmurdan kaçan insanların oluşturduğu kalabalık gibi. İçimde durum böyleyken, dışımda bir o kadar yalnız devam ediyorum hayatıma. Çok değer verdiğim ve aynı değeri gördüğümü zannederek kendimi uzunca bir zaman avuttuğum birini kaybettikten sonra hele daha da hissediliyor içimdeki sonbahar. Ve her anımda kendini hissettiren yalnızlığım.
Ailenin önemini tartışacak değilim. Hiçbir zaman da tartışmadım kimseyle. Çünkü değişmeyecek bir durum: Aile önemlidir. Peki neden insanlar sevdikleri birini ailesi gibi görmekte zorlanıyor? Ya da biri bana bunu açıklayabilir mi: Neden ben ailem gibi görebilirken, başkaları ailesi deyince beni geri plana atabiliyor? Sence bu ikiyüzlülük mü yoksa bencillik mi Blog? Ya da boş verelim. Nasılsa yüzüncü kez de konuşulsa değişmeyecek insanların düşünceleri ya da değer yargıları.
Aile, her zaman önemli midir peki? Gerçekten, en zor anında yanında olabilir mi? Her düşünceni, her duygunu destekler mi aileler? Peki ya kimse anlamazsa, ailen anlar mı en azından seni? Böyle sorunca da ailenin de belli bir yere kadar önemi oluyor değil mi Blog?..
Kapatıyorum kendimi yavaş yavaş. Kasım'dan itibaren uzun bir zaman olmayacağım hiçbir yerde, hiçbir şekilde. Belki alışacağım şeyler arasına, sevmemeyi, birine ihtiyaç duymamayı, ailemden başkasını görmemeyi sokabilirim o uzak olduğum zaman zarfında. Belki öyle daha az düşünen biri olurum. Peki bana yazık olmaz mı Blog? Zaten içten davranan o kadar az insan varken bu rengarenk(!) dünyada, benim de zamana karışıp yokulup gitmeme yazık olmaz mı? Ya da bunu da boş verelim. Zaten benim bu konudaki mutluluğum kimin umrunda.
Hayattan ve insanlardan çok şey istemediğimi söylememe gerek yok sanırım. Bilmem kaç kere dile getirdim. Sanırım artık ne hayattan ne de insanlardan hiçbir şey beklemez oldum. Vur deyince biraz öldüren bir yapım var konu duygular olunca. Bu halimden pişmanlık duymadım hiç. Umarım yaşamam da öyle bir pişmanlığı. Ama biri üzünce, en çok üzülen de ben oluyorum.
Yine susup köşeme çekilmek düşüyor bana. Sesim kısılana kadar bağırsam da duyulmuyor sesim çünkü.
Not: Deniz Seki'nin İz albümü en sonunda piyasaya sürüldü. Bir şarkısı çok hoşuma gitti. Biraz sanki umut aşılar gibi. Şarkıyı dinlemek için tıklayabilirsin.
Benim de içime sonbahar geldi Blog. Yine yapraklarımın döküldüğü, renklerimin koyulaştığı, ruhumun daraldığı bir sonbahar geldi her şeyime. Yağmur yağıyor fırtınalı şekilde tam sol yanımda. Üst taraflar zaten hep yağmurdan kaçan insanların oluşturduğu kalabalık gibi. İçimde durum böyleyken, dışımda bir o kadar yalnız devam ediyorum hayatıma. Çok değer verdiğim ve aynı değeri gördüğümü zannederek kendimi uzunca bir zaman avuttuğum birini kaybettikten sonra hele daha da hissediliyor içimdeki sonbahar. Ve her anımda kendini hissettiren yalnızlığım.
Ailenin önemini tartışacak değilim. Hiçbir zaman da tartışmadım kimseyle. Çünkü değişmeyecek bir durum: Aile önemlidir. Peki neden insanlar sevdikleri birini ailesi gibi görmekte zorlanıyor? Ya da biri bana bunu açıklayabilir mi: Neden ben ailem gibi görebilirken, başkaları ailesi deyince beni geri plana atabiliyor? Sence bu ikiyüzlülük mü yoksa bencillik mi Blog? Ya da boş verelim. Nasılsa yüzüncü kez de konuşulsa değişmeyecek insanların düşünceleri ya da değer yargıları.
Aile, her zaman önemli midir peki? Gerçekten, en zor anında yanında olabilir mi? Her düşünceni, her duygunu destekler mi aileler? Peki ya kimse anlamazsa, ailen anlar mı en azından seni? Böyle sorunca da ailenin de belli bir yere kadar önemi oluyor değil mi Blog?..
Kapatıyorum kendimi yavaş yavaş. Kasım'dan itibaren uzun bir zaman olmayacağım hiçbir yerde, hiçbir şekilde. Belki alışacağım şeyler arasına, sevmemeyi, birine ihtiyaç duymamayı, ailemden başkasını görmemeyi sokabilirim o uzak olduğum zaman zarfında. Belki öyle daha az düşünen biri olurum. Peki bana yazık olmaz mı Blog? Zaten içten davranan o kadar az insan varken bu rengarenk(!) dünyada, benim de zamana karışıp yokulup gitmeme yazık olmaz mı? Ya da bunu da boş verelim. Zaten benim bu konudaki mutluluğum kimin umrunda.
Hayattan ve insanlardan çok şey istemediğimi söylememe gerek yok sanırım. Bilmem kaç kere dile getirdim. Sanırım artık ne hayattan ne de insanlardan hiçbir şey beklemez oldum. Vur deyince biraz öldüren bir yapım var konu duygular olunca. Bu halimden pişmanlık duymadım hiç. Umarım yaşamam da öyle bir pişmanlığı. Ama biri üzünce, en çok üzülen de ben oluyorum.
Yine susup köşeme çekilmek düşüyor bana. Sesim kısılana kadar bağırsam da duyulmuyor sesim çünkü.
Not: Deniz Seki'nin İz albümü en sonunda piyasaya sürüldü. Bir şarkısı çok hoşuma gitti. Biraz sanki umut aşılar gibi. Şarkıyı dinlemek için tıklayabilirsin.
Deniz Seki - Değerindesin şarkı sözleri
Bazen anlatacak şey bulamazsın ki,
Bazen de kendi kendine kızar durursun.
Elinden hiçbir şey gelmez olur,
Ne doğru ne yanlış o zaman görürsün.
Elinden hiçbir şey gelmez olur,
Araya araya buldum sanırsın.
Kısacık bir ömrün hikayesi,
Topla çıkar böl hep aynı sayısı.
Kalbin iyiyse, cennet burası,
Tanrı isterse gelir gerisi.
Üzülme, üzülme. Çünkü değerindesin.
Şu anda hikayenin tam orta yerindesin.
Nerde, nerde, canımın yarısı.
Dermanı ağır, ben ödedim, hevesin kıyısı.
Üzülme, üzülme. Çünkü değerindesin.
21 Eylül 2014 Pazar
Sundance Suite Hotel - Turgutreis, Bodrum
Bu yazıyı yazdığıma göre tatilden dönmüş olduğumu söylememe gerek yoktur sanırım Blog.
Tatile gitmeden önce aklımda birçok şey vardı diyemem, ama az çok bir şeyler vardı. Yine de bunlardan önce otelden ve tatil sürecimden bahsetsem daha iyi olur. Gebze'de başlayan tatil yolcuğumuzun ilk ciddi molasını Balıkesir - Susurluk arasındaki Festiva isminde AVM tarzı bir dinlenme tesisinde verdik. Orada yaptığımız kahvaltı epey doyurucuydu. Kendilerini tanımıyorum, ama Özsüt'ün hemen yanında bulunan Dr. Kahveci isimli çok fonksiyonlu kafe çalışanlarına buradan, sesim duyulmasa bile, teşekkür ederiz. Çok ilgililerdi. Gayet dolu bir kahvaltı geçirmemize rağmen çok da bir ücret ödemedik. Daha sonra İzmir'e doğru yol aldık. Alaçatı'da durduk. Fotoğraflar çektim bol bol. Buraya da koymak isterdim, ama şu anda üzerimde yol yorgunluğu ve üşengeçlik var hala. Alaçatı'daki villalara çok imrendim. Ve içimden "sanırım hiçbir zaman sahip olamayacağım bir hayat tarzı" şeklinde bir cümle geçti; ama denize sıfır villaların olduğu birçok sokaktan geçtikten sonra hayallere kapılmamak da mümkün değil. Sonra Çeşme'ye gittik. Çeşme daha bir başkaydı tabii. Oralarda kumru yedik mesela. O yüzden buradan sevgili İzmirlilere seslenmek istiyorum: Ben orada yediğim kumruyu çok beğenmedim. Daha iyisini yedirmek isteyen varsa bana ulaşabilir. Daha sonra eniştemin Nazilli'deki arkadaşına geçtik. Çok hoş bir çift kendileri. Bizi misafir etmeleri de ayrıca güzeldi. Ve sabah uyanıp Bodrum'a doğru yol aldık. Turgutreis'e geldiğimizde ise mutlu sona ulaşmış olduk: Varış noktamız olan Sundance Suite Hotel...
Her otel konaklamamda, Amerika'da geçirdiğim otel tecrübelerim gelir aklıma. Kıyaslama yaparım az çok. Sonuçta ben de otelde çalışmış biriyim ve az çok hizmet ve memnuniyet ikilisi konusunda yorum yapabiliyorum. Ve Türkiye'deki otelleri hep daha iyi bulmuşumdur Amerika'daki otellerden. Çünkü hizmetleri daha geniş alanda ve uygun fiyatlı. Sundance Suite de öyle çok süper bir oteldi diyemem, ama genel anlamda her şeyinden memnun kaldım. Tek tük şeyler vardı, mesela yemekleri biraz aceleyle pişmiş gibilerdi. Bir de son 3 gün akşam yemeği için pek beni tatmin etti diyemem.Yemediğim şeyler ağırlıklıydı. Tatlılarından çok sevdiğim ve adını kendimce sütlü kek koyduğum bir tatlısı vardı... kaç dilim yedim hatırlamıyorum. Havuzlarından yukarıda olanı sakindi diğer havuzuna göre. Biz genelde orada vakit geçirdik. Denizi ne yazık ki gittiğimiz döneminden ötürü son günleri epey dalgalı ve rüzgarlıydı. Yine de ilk 2-3 gün denizin tadını da çıkardım. Aktivite konusunda çok aktif biri değilim otel konusunda, ama otelinde pek fazla aktivite göremedim. Beni her gördüğünde "voleybola gel" "dart oynıycaz hadi hadi" "masa tenisi?" şeklinde sorular yöneten epey hareketli bir animatör vardı ki onun enerjisi bile yetiyordu bana; ama bu kadardı yani. Denizin durumu belki Temmuz döneminde daha uygun oluyordur deniz etkinlikleri için. Dediğim gibi biz biraz dönemin sonuna denk geldik. Buna da şükrediyorum. Otele ilk geldiğimizde odamız tam temizdi diyemem; ama ilgili uyarıları yaptıktan sonra epey ilgilendiler o konuda da. Genel anlamda güzeldi otel ve tatil. 10 üzerinden 6.5 veriyorum. Nereden ne kırdım bilmiyorum, ama şöyle diyebilirim: Seneye aynı dönemde belki yine gelebilirim. Tabii şansım olursa.
Gelelim melankolik yorumlarıma. Orada bir çift vardı Blog. Rus bir çiftti sanırım, çok imrendim. Yani gayet güzel bir çekirdek aileydiler, birbirlerine de yakışıyorlardı. Adamın her havuza girdiğinde, havuzun başından sonuna hiç durmadan yüzüyor olması beni "ben niye böyle yüzemiyorum ya?!" durumuna soktu. İmrenerek bakıyorduk anlayacağın. Yine de nazarım değmesini istemem. Bilmem kaç kere maşallah dediğimi hatırlayamıyorum o aileye bakıp. Yemekte de hep benzer zamanlara denk geliyorduk. Onların dışında, otel Rus ve İngiliz doluydu. İngiliz aksanı bazen hoşuma gitse de oteldekilerin bir kısmına sinir olmuştum. Hatta bir öğleden sonra, düzgün giyimli bir otel çalışanı gelip İngiliz bir çifte otelle ilgili yorumlarını sorup gitmişti. O kadar kişi arasından neden İngilizler ayrıcalıklı oluyor? Eh yorumu sana bırakıyorum Blog. Bir çift daha vardı. Lobideki bardan ayrılmıyorlardı. İngilizler miydi emin değilim, ama adam epey zamparaydı. Karısının da geride kalır yanı yoktu. Çok eğlenceliydiler ama.
Bir akşam ilgili animatörün tombala düzenlemesiyle değişik bir renk gelmişti herkese. Bir şey kazanmamıştım ama olsun. Eğlendim yine de. Değişik hediyeleri vardı, Son 3 sayı kala birinin tamamlaması ile hayallerim yıkılmıştı.
Güzeldi her şey dediğim gibi. Ben kendi yalnızlığımla fazla başbaşa kalmamaya çalışsam da bir ara beni dürtmedi değil. Ve Gebze semaları kapalı havasıyla beni bekliyor bir süre, sonra tekrar Ankara olur sanırım.
Tatilin kötü tarafı da oldu tabii ki. Muhtemelen hiçbir zaman sahip olamayacağım bir hayat, ilişki, çevre ve diğer bir sürü şeyi hatırlattı. Bastırmaya çalıştım.Gerçekten...
Tatile gitmeden önce aklımda birçok şey vardı diyemem, ama az çok bir şeyler vardı. Yine de bunlardan önce otelden ve tatil sürecimden bahsetsem daha iyi olur. Gebze'de başlayan tatil yolcuğumuzun ilk ciddi molasını Balıkesir - Susurluk arasındaki Festiva isminde AVM tarzı bir dinlenme tesisinde verdik. Orada yaptığımız kahvaltı epey doyurucuydu. Kendilerini tanımıyorum, ama Özsüt'ün hemen yanında bulunan Dr. Kahveci isimli çok fonksiyonlu kafe çalışanlarına buradan, sesim duyulmasa bile, teşekkür ederiz. Çok ilgililerdi. Gayet dolu bir kahvaltı geçirmemize rağmen çok da bir ücret ödemedik. Daha sonra İzmir'e doğru yol aldık. Alaçatı'da durduk. Fotoğraflar çektim bol bol. Buraya da koymak isterdim, ama şu anda üzerimde yol yorgunluğu ve üşengeçlik var hala. Alaçatı'daki villalara çok imrendim. Ve içimden "sanırım hiçbir zaman sahip olamayacağım bir hayat tarzı" şeklinde bir cümle geçti; ama denize sıfır villaların olduğu birçok sokaktan geçtikten sonra hayallere kapılmamak da mümkün değil. Sonra Çeşme'ye gittik. Çeşme daha bir başkaydı tabii. Oralarda kumru yedik mesela. O yüzden buradan sevgili İzmirlilere seslenmek istiyorum: Ben orada yediğim kumruyu çok beğenmedim. Daha iyisini yedirmek isteyen varsa bana ulaşabilir. Daha sonra eniştemin Nazilli'deki arkadaşına geçtik. Çok hoş bir çift kendileri. Bizi misafir etmeleri de ayrıca güzeldi. Ve sabah uyanıp Bodrum'a doğru yol aldık. Turgutreis'e geldiğimizde ise mutlu sona ulaşmış olduk: Varış noktamız olan Sundance Suite Hotel...
Her otel konaklamamda, Amerika'da geçirdiğim otel tecrübelerim gelir aklıma. Kıyaslama yaparım az çok. Sonuçta ben de otelde çalışmış biriyim ve az çok hizmet ve memnuniyet ikilisi konusunda yorum yapabiliyorum. Ve Türkiye'deki otelleri hep daha iyi bulmuşumdur Amerika'daki otellerden. Çünkü hizmetleri daha geniş alanda ve uygun fiyatlı. Sundance Suite de öyle çok süper bir oteldi diyemem, ama genel anlamda her şeyinden memnun kaldım. Tek tük şeyler vardı, mesela yemekleri biraz aceleyle pişmiş gibilerdi. Bir de son 3 gün akşam yemeği için pek beni tatmin etti diyemem.
Gelelim melankolik yorumlarıma. Orada bir çift vardı Blog. Rus bir çiftti sanırım, çok imrendim. Yani gayet güzel bir çekirdek aileydiler, birbirlerine de yakışıyorlardı. Adamın her havuza girdiğinde, havuzun başından sonuna hiç durmadan yüzüyor olması beni "ben niye böyle yüzemiyorum ya?!" durumuna soktu. İmrenerek bakıyorduk anlayacağın. Yine de nazarım değmesini istemem. Bilmem kaç kere maşallah dediğimi hatırlayamıyorum o aileye bakıp. Yemekte de hep benzer zamanlara denk geliyorduk. Onların dışında, otel Rus ve İngiliz doluydu. İngiliz aksanı bazen hoşuma gitse de oteldekilerin bir kısmına sinir olmuştum. Hatta bir öğleden sonra, düzgün giyimli bir otel çalışanı gelip İngiliz bir çifte otelle ilgili yorumlarını sorup gitmişti. O kadar kişi arasından neden İngilizler ayrıcalıklı oluyor? Eh yorumu sana bırakıyorum Blog. Bir çift daha vardı. Lobideki bardan ayrılmıyorlardı. İngilizler miydi emin değilim, ama adam epey zamparaydı. Karısının da geride kalır yanı yoktu. Çok eğlenceliydiler ama.
Bir akşam ilgili animatörün tombala düzenlemesiyle değişik bir renk gelmişti herkese. Bir şey kazanmamıştım ama olsun. Eğlendim yine de. Değişik hediyeleri vardı, Son 3 sayı kala birinin tamamlaması ile hayallerim yıkılmıştı.
Güzeldi her şey dediğim gibi. Ben kendi yalnızlığımla fazla başbaşa kalmamaya çalışsam da bir ara beni dürtmedi değil. Ve Gebze semaları kapalı havasıyla beni bekliyor bir süre, sonra tekrar Ankara olur sanırım.
Tatilin kötü tarafı da oldu tabii ki. Muhtemelen hiçbir zaman sahip olamayacağım bir hayat, ilişki, çevre ve diğer bir sürü şeyi hatırlattı. Bastırmaya çalıştım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)