Muhtemelen gelecekte gerçekleşecek olan ilişki şeklini yaşayan, aşktan hep dert yanmış bir adamın öyküsünü konu almış Her.
Hep izlerim diye kenarda beklettiğim ama 2 saat öncesine kadar izleyemediğim bir filme ortak oldum. Bence aldığı ödülü de hak etmiş yeteri kadar. Ben daha çok bende bıraktığı duyguların esiriyim şu anda. Dijital ilişkiler için geleceğin buluşu olarak bekliyoruz belki de ama bir kısmımızın, en azından benim, yaşadığım birkaç ilişkinin, filmi konu edinen "dijital aşklar"dan geri kalır yanı yok. Benimkiler bilgisayar değil de daha çok cep telefonu ağırlıklı-ydı.
Filmi izlerken tekrar tekrar fark ettiğim bir diğer konu da insanların bir ilişkide ne beklediklerini bilmeyişleri. Her ilişkiye "mutlu olmak istiyorum; yalnız olmamak, sevmek ve sevilmek istiyorum" düşüncesiyle başlıyor herkes. Ve ilahi bir gücün mutluluğu getirip önlerine koymasını bekliyor aynı zamanda.
Şükürsüzüz insanlar olarak bence. Mutlu olmaktan korkuyoruz belki de, emin değilim. Benim de bocaladığım zamanlarım oldu tabii ki. Yine de bir ışık görmek için kolay kolay pes etmedim karşımdakinden. Yıprandım, belki de yıprattım birçok kez, ama her hareketim o ışığı görmek içindi: Gerçekten sevildiğimi görmek.
Artık şuna inanıyorum: Bu aşk ve sevgi meselelerini yaşadığım ikili ilişkilerde yaptığım tamamen kendimi kandırmaktan ibaret. Evet, çok güzel kandırıyorum kendimi. Mutlu olduğuma inanıyorum, verdiğim kadar aldığıma inanıyorum; inandırıyorum kendimi daha doğrusu. Sonuç? Yalnızım.
Bir de en çok insanların cinsel açlığıyla savaşıyorum. 1 dakikalık, bilemedin 2 dakikalık bir mutluluk için insanların tüm paylaşılmışlıkları, yani tüm duyguları harcamasından muzdaribim. Bunun dışında ne istediğini bilemeyen ya da karşısındakini olması gereken yere yerleştiremeyen insanlarla anlaşmak için zorladım kalbimi.
Her son'da "bir daha asla" dememe rağmen tekrar başa dönüşlerimden de rahatsızım mesela Blog. İrade eksikliği mi, aşırı duygusal olma mı yoksa bir şeylere karşı aşırı hassas olma mı... bilmiyorum nedenini; ama başa dönüyorum, ya aynı yüzle ya da başka yüzle. İçerik, daha doğrusu niyet ağırlıklı olarak aynı çünkü. Yüzler değişiyor sadece.
Sözün kısası, "dijital yardımcı" olarak hayatıma bir işletim sistemi girecekse buna yok demezdim galiba. En azından insanlar kadar yormayabilir.
3 Haziran 2014 Salı
24 Mayıs 2014 Cumartesi
#imdat
Akıllı telefonu olanların büyük bir bölümü, Viber'ı bilir, tanır, kullanır. Oradaki çıkartmalardan bir tanesi benim çok hoşuma gidiyordu ama bulamıyordum. Geçen günlerde itools isimli bir programla iphonecuğumu dürttüm biraz. Ve mutlu son...
Sonra düşündüm. Ben çıkartmaları bulmak için epey uğraşmış Google'la sevişmiştim adeta. Ve hiçbir yerde yok! Demek ki ben gibi delisi değil kimse. Ya da paylaşmıyor. Bilmiyorum. Telif hakkı olayı var mı bilmiyorum, ama Viber istemezse yayınlamam. Bana Blog'umdan ulaşabilir isterse. İstemezse de kendi bilir. Yandaki gaz çıkaran kediyi cevap olarak sunabilirim.
Acaba hayat da böyle mi gülecek bana? Yani uzun zaman uğraştırıp sonra mutlu sona mi erdirecek? Yoksa kendimi mi kandırıyorum yine?
Yarın gece Miraç kandili Blog. Ne dersin? Af dilenmek için çok mu geç? Bütün olan bitenlere rağmen tekrar O'na tutunmak için çok mu geç? Sanki yığınla günah işlemişim gibi konuşuyorum ben de. Tek yaptığım düşüncelerim ve isyan etmemeye karşı direnişlerim. Biraz sevilmeme ve istenmeme hissi O'ndan yana biraz da mutlu sonu hak etmeme hissi...
Hepimiz O'nun kuluyuz sonuçta. Gerçi zamanla insanlar vazgeçiyor inanmaktan. Ya da ne olduğu konusunda hiçbir fikrim yok. Birçok görüşe sahip insanla konuştum bugüne kadar. İnançsızından başka başka dinlere mensup kişilere kadar. İnananlar arasında hep Allah korkusunu aradım. Çünkü insanı kötülüklerden arındıran, doğru bir insan olmasını sağlayan şeylerin başında geliyor biraz da. Gece gündüz ibadet edip kötü düşüncelere sahip insanlar da var bu hayatta. Tabii biz bilemeyiz Hak'ta yeri neresidir ama Allah korkusundan biraz yoksun gibiler, öyleleri bile.
Bildiğim tek bir şey var: Herkesten uzaklaşsam, kendimden bile uzaklaşsam, yanımda bir tek O var. O'nun oralarda bir yerde olduğunu hissediyorum o zamanlar. Bazen çok az da olsa hissediyorum. Bazen aldığım tek güç O oluyor.
Kendime ediyorum be Blog. Ne ediyorsam kendime ediyorum. Bunun bilincinde olarak yaşamak daha da zor biliyor musun?
Bazen kendimi tren istasyonu gibi hissediyorum. İnsanlar gelip gidiyor. Farklı trenleri görüyorum başka başka saatlerde. Bazı yolcuları hiç tanımıyorum mesela. Uzaktan bakıyorum, bazen imreniyorum, bazen şükrediyorum halime. Ama şükrediyorum, her ne olursa olsun şükrediyorum. Belki de sevinmeliyim hayatımda, ölene kadar beni bırakmayacak duygular ve fiziksel durumlar için. Belki öyledir benim günahlarımın da biraz olsun silinme şekli?
Geçen cuma günü arkadaşım şunu gönderdi, biraz içime umut oldu, gerçi daha önce birçok defa okumuştum, ama olsun:
"Kul dua ettiği zaman, şu üçünden birini mutlaka elde eder:
* Ya günahı affedilir,
* Ya kendisine daha iyi imkanlar sağlanır,
* Ya da mükafatla karşılık görür." Hadis-i şerif.
Bir cuma günü mesajıydı. Öyle arada aldığım 1-2 arkadaşım var sağ olsunlar. Toplu halde de atsalar mutluyum ben. O gün derse gidiyordum sabah. Biraz yüzüm gülmüştü.
Az zamanım kaldı Blog. Ve yarını manevi ve maddi anlamda güzel geçirmeyi arzuluyorum şu anda sadece.
Sonra düşündüm. Ben çıkartmaları bulmak için epey uğraşmış Google'la sevişmiştim adeta. Ve hiçbir yerde yok! Demek ki ben gibi delisi değil kimse. Ya da paylaşmıyor. Bilmiyorum. Telif hakkı olayı var mı bilmiyorum, ama Viber istemezse yayınlamam. Bana Blog'umdan ulaşabilir isterse. İstemezse de kendi bilir. Yandaki gaz çıkaran kediyi cevap olarak sunabilirim.
Acaba hayat da böyle mi gülecek bana? Yani uzun zaman uğraştırıp sonra mutlu sona mi erdirecek? Yoksa kendimi mi kandırıyorum yine?
Yarın gece Miraç kandili Blog. Ne dersin? Af dilenmek için çok mu geç? Bütün olan bitenlere rağmen tekrar O'na tutunmak için çok mu geç? Sanki yığınla günah işlemişim gibi konuşuyorum ben de. Tek yaptığım düşüncelerim ve isyan etmemeye karşı direnişlerim. Biraz sevilmeme ve istenmeme hissi O'ndan yana biraz da mutlu sonu hak etmeme hissi...
Hepimiz O'nun kuluyuz sonuçta. Gerçi zamanla insanlar vazgeçiyor inanmaktan. Ya da ne olduğu konusunda hiçbir fikrim yok. Birçok görüşe sahip insanla konuştum bugüne kadar. İnançsızından başka başka dinlere mensup kişilere kadar. İnananlar arasında hep Allah korkusunu aradım. Çünkü insanı kötülüklerden arındıran, doğru bir insan olmasını sağlayan şeylerin başında geliyor biraz da. Gece gündüz ibadet edip kötü düşüncelere sahip insanlar da var bu hayatta. Tabii biz bilemeyiz Hak'ta yeri neresidir ama Allah korkusundan biraz yoksun gibiler, öyleleri bile.
Bildiğim tek bir şey var: Herkesten uzaklaşsam, kendimden bile uzaklaşsam, yanımda bir tek O var. O'nun oralarda bir yerde olduğunu hissediyorum o zamanlar. Bazen çok az da olsa hissediyorum. Bazen aldığım tek güç O oluyor.
Kendime ediyorum be Blog. Ne ediyorsam kendime ediyorum. Bunun bilincinde olarak yaşamak daha da zor biliyor musun?
Bazen kendimi tren istasyonu gibi hissediyorum. İnsanlar gelip gidiyor. Farklı trenleri görüyorum başka başka saatlerde. Bazı yolcuları hiç tanımıyorum mesela. Uzaktan bakıyorum, bazen imreniyorum, bazen şükrediyorum halime. Ama şükrediyorum, her ne olursa olsun şükrediyorum. Belki de sevinmeliyim hayatımda, ölene kadar beni bırakmayacak duygular ve fiziksel durumlar için. Belki öyledir benim günahlarımın da biraz olsun silinme şekli?
Geçen cuma günü arkadaşım şunu gönderdi, biraz içime umut oldu, gerçi daha önce birçok defa okumuştum, ama olsun:
"Kul dua ettiği zaman, şu üçünden birini mutlaka elde eder:
* Ya günahı affedilir,
* Ya kendisine daha iyi imkanlar sağlanır,
* Ya da mükafatla karşılık görür." Hadis-i şerif.
Bir cuma günü mesajıydı. Öyle arada aldığım 1-2 arkadaşım var sağ olsunlar. Toplu halde de atsalar mutluyum ben. O gün derse gidiyordum sabah. Biraz yüzüm gülmüştü.
Az zamanım kaldı Blog. Ve yarını manevi ve maddi anlamda güzel geçirmeyi arzuluyorum şu anda sadece.
15 Mayıs 2014 Perşembe
Kimsesiz-lik
Annem babam Ankara'nın uzak bir ilçesinde yaşıyorlar. Ben de ilköğretim hayatımın neredeyse hepsini orada geçirdim. Yakınlarındaki başka bir ilçede termik santral var. İşte... Soma'da olanların haberini ilk okuduğumda aklıma gelen o zamanlarım oldu. Bazen geç saatlere kalır, balkondan dışarı bakardım. O termik santralin, maden işçilerini taşıyan servis otobüsü geçerdi. Bazen gündüz çalışanları bırakır bazen de gece nöbetine kalanları alırdı. Hep derdim o zamanlar "ne zor işleri" diye...
Hayatta kendi hiperhidrozis hastalığımla öğrendiğim şeylerin başında geliyor: Bir acıyı ancak ve ancak çeken bilir. Ben ne yazsam, başkaları ne yazsa; dışarıdakiler ne kadar gösteri şeklinde eylemler de yapsa, kimse, o madende yakınlarını kaybedenlerin acılarının 1 milyonda birini bile anlayamaz. Hissedemez. İfade edemez. Bence...
Belki her günümü hayatımı sorgulayarak geçiren ben, Soma ile ekstra bir kere daha gözden geçirdim. Halime şükredeceklerimin listesi çok uzun. Şükrediyorum da. Öte yandan kızıyorum bir şeylere/birilerine. Hayatımdaki eksilere kafamı çok takacağım bir beyne sahip olduğum ve hayatımı dengesiz hale getiren şeylere sahip olduğum için...
Kimsesiz'iz bu dünyada. Her sevgi, anne babanınki bile yarım kalıyor. Bir gün herkes birbirini geride bırakıyor ya da yarım bırakıyor. Şu günlerde buralarda havalar epey ısındı. Ağaçların kıymetini anladığımız aylara geldik. Gölge aramak dışarıda yaptığım en büyük etkinlik. Heyecanlı değil, zevkli de değil. Yeter ki daha az terleyeyim diye verdiğim ufak, kendimce bir savaş.
Dün bir ara aklımdan şu geçti: "Keşke madende vefat eden ve çocukları olan bir babanın yerine ben ölseydim." Sonra düşündüm, "acaba" mı falan oldum. Yani samimi bir şekilde isteyip istemediğimi sorguladım. Galiba samimiydim Blog. Çünkü benim yaşamamdan daha faydalı olur o babanın ailesiyle yaşaması.
Eski duygusuz günlerime doğru hızlı yol alıyorum Blog. Her şeyden ve herkesten uzaklaştığım, sevgi-aşk konularıyla özenip bezenmediğim günlerime dönüyorum. Zaten bana mutluluğun yakışmadığını kabul edeli çok oldu. Şimdi daha az ağlamanın ve hayatta biraz olsun gülmenin yollarını arıyorum.
Yine de keşke ben ölseydim.
Allah'tan, vefat edenler için rahmet, geride kalan yakınları için de sabır diliyorum. Allah onların günahlarını bağışlasın. Ve özür dilerim, benim elimden bir tek bu geliyor.
Hayatta kendi hiperhidrozis hastalığımla öğrendiğim şeylerin başında geliyor: Bir acıyı ancak ve ancak çeken bilir. Ben ne yazsam, başkaları ne yazsa; dışarıdakiler ne kadar gösteri şeklinde eylemler de yapsa, kimse, o madende yakınlarını kaybedenlerin acılarının 1 milyonda birini bile anlayamaz. Hissedemez. İfade edemez. Bence...
Belki her günümü hayatımı sorgulayarak geçiren ben, Soma ile ekstra bir kere daha gözden geçirdim. Halime şükredeceklerimin listesi çok uzun. Şükrediyorum da. Öte yandan kızıyorum bir şeylere/birilerine. Hayatımdaki eksilere kafamı çok takacağım bir beyne sahip olduğum ve hayatımı dengesiz hale getiren şeylere sahip olduğum için...
Kimsesiz'iz bu dünyada. Her sevgi, anne babanınki bile yarım kalıyor. Bir gün herkes birbirini geride bırakıyor ya da yarım bırakıyor. Şu günlerde buralarda havalar epey ısındı. Ağaçların kıymetini anladığımız aylara geldik. Gölge aramak dışarıda yaptığım en büyük etkinlik. Heyecanlı değil, zevkli de değil. Yeter ki daha az terleyeyim diye verdiğim ufak, kendimce bir savaş.
Dün bir ara aklımdan şu geçti: "Keşke madende vefat eden ve çocukları olan bir babanın yerine ben ölseydim." Sonra düşündüm, "acaba" mı falan oldum. Yani samimi bir şekilde isteyip istemediğimi sorguladım. Galiba samimiydim Blog. Çünkü benim yaşamamdan daha faydalı olur o babanın ailesiyle yaşaması.
Eski duygusuz günlerime doğru hızlı yol alıyorum Blog. Her şeyden ve herkesten uzaklaştığım, sevgi-aşk konularıyla özenip bezenmediğim günlerime dönüyorum. Zaten bana mutluluğun yakışmadığını kabul edeli çok oldu. Şimdi daha az ağlamanın ve hayatta biraz olsun gülmenin yollarını arıyorum.
Yine de keşke ben ölseydim.
Allah'tan, vefat edenler için rahmet, geride kalan yakınları için de sabır diliyorum. Allah onların günahlarını bağışlasın. Ve özür dilerim, benim elimden bir tek bu geliyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)