4 Ekim 2013 Cuma

Sonbahar Nerede?

Bugün şöyle 5 saniyeliğine balkona çıkayım dedim. Bir süredir ev hayatı yaşadığım için, dışarı çıkmadığımı varsayarsak, o 5 saniyede doğa ananın, sonbahar mevsimini es geçip, bize kışı getirdiğine iliklerime kadar şahit oldum, diyebilirim.

Soğuk havaları seviyorum. Sırf daha az terlediğim için. Aksi halde güneşsiz bir ömrü kesinlikle istemem; böyle büyük bir çelişkiyle yaşamak zorundayım ömrümü yani. Ne yapabilirim? Tabii ki kabul ederek hayatımı yaşıyorum böylece... O değil de, yazdan beri ablamgilde olduğumdan dolayı, yanımda hiçbir kışlık kıyafet yok. Adeta bu soğuk havaları incecik tshirtlerle geçiriyorum. Buna pijamalarım da dahil. Eee... benim bünyeme işlemiyor haliyle. Soba gibi bir vücudum olduğu için olması gerek...

Şu sıralar soğuk olan sadece havalar mı, diye sormak istedim kendime Blog; ama tuhaftır, soğuk olan cidden havalar. Ruh halim, sanırım ilaçlarımdan ötürü, gayet iyi. Yani iyi hissediyorum. Depresif duygularım yok mesela yaklaşık iki aydır olmadığı gibi. Rahatsız da değilim.

Geçen gün, elime İngiltere'den sipariş ettiğim kitabım geldi. Dizisi de çekilmekte olan bir konuyu ele alıyor: Orange is the New Black. Kitapta, geçmişte yaşadığı kısa süreli bir lezbiyen ilişkisi sonucu, ortak olduğu uyuşturucu mevzusu nedeniyle, 15 ayını hapishanede geçiren bir kadının anıları anlatılıyor. Yazar kendi kaleme almış. Dizinin sadece bir sezonu çekildi, henüz. Ben tabii dayanamadım ve kitabı araştırdım, en ucuz bulduğum şekil, linkteki kitap satış sitesindeydi. Ücretsiz kargosu tabii ki almamı daha da kolaylaştırdı ve aldım. Kitaba başladım, okuyorum. %70-80 anlıyorum. Tabii bilmediğim kelimeler de gayet çıkıyor. Öyle çok süper bir İngilizce'ye sahip değilim haliyle. Özetle şimdilik bir sorunumuz yok Blog. Kitapla sevişerek anlaşıyorum, biliyorsun.

Bayram yaklaşıyor. Yine kan dökülecek. Et yediğimden değil; hani şeye de karşı değilim, sonuçta dinin gerektirdiği bir şey. Şu durumda çıkıp diyemezsin ki onca kurban kesen insana, kesmeyin ve hayvan katliamına ortak olmayın, diye. Kesen/kestiren insanlar bunu o niyetle kesiyorlar. Ben de bir gün maaşa bağlanırsam, kurban olayını, kendime değil de ihtiyaçlı birine gidecek şekilde geçirmek istiyorum mesela. Kesemem deyip, kenara çekilemem sanırım. Bilemedim. Yine de konumuz benim kırmızı eti tüketmiyor oluşum. Fastfood dışında. Siz benim canımsınız.

Pazartesi psikolog görüşmem var. 3. seansım olacak; ama sanırım son seansım olacak, zira hem Ankara'ya dönüyorum hem de ilk iki görüşmem pek verimli geçti diyemiyorum. İlaçlarımın verdiği ve kendi kendime ürettiğim ekstra enerji depolama seanslarım sonucunda, daha faydalı oluyorum diye düşünüyorum kendime. Yine de üçüncü seansa gidip ona göre hareket etme taraftarıyım. Bir de kafamda bazı şeyler biraz şekillendi ve Kasım ayıyla birlikte artık harekete geçmeyi düşünüyorum Blog. Ne kadar başarılı olurum bu sefer, bilmiyorum; ama şimdilik görebildiğim ve elimden gelen bu yönde gibi duruyor.

Kalbimden yana ne desem bilmiyorum. Sanırım kalbimi es geçiyorum. Tıpkı 2009 yazında, Amerika'da geçirdiğim ilk 2 ayda olduğu gibi...

23 Eylül 2013 Pazartesi

Yaz bitti!

Ve sonbahar...

Geldi değil mi? 3-4 haftadır üşüyoruz geceleri. Ya da bana serin geliyor. Aslında rahatsız da değilim. Bunun 1-2 nedeni var: Serinliği seviyorum, üşüme derecesine kadar; bir de soğuk ortamda vücut daha fazla enerji yakıyor. Şu sıralar diyette olmaya çalıştığımı hesaba katarsak, ince hesapları gerektiren bir iş olduğundan, etkili oluyor diyebilirim.

Yazamadım epeydir Blog. İstanbul-İzmit-Diyarbakır arasında gittim geldim geçen zaman içinde. Mesela artık benim de bir Iphone'um var! Oley!

Diyarbakır ilginç bir il-miş. Öğrenmiş oldum; ama etleri/tatlıları mımmmhh! Yine de bana göre bir şehir mi bilemedim. Zira çok tek renk gibi geldi. Yani manevi anlamda. Çok kalabalık; ama o kalabalıklığı taşıyamıyor gibi geldi. Çok önemli bir şehir gibi geldi dini anlamda... Hepsinden öte, artık Türkiye'nin her bölgesinden en az bir şehirde bulundum, diyebiliyorum! En güzeli de bu...

Önce motivasyon demiyorum artık. Önce başka şeyler diyorum şu günlerde. Motivasyon gelirse peşimden gelsin diyorum mesela. Çok yormuyorum psikolojik anlamda kendimi. Rahat bırakmış durumdayım. Sıkmıyorum. Dini anlamda biraz eksilmişim gibi sanki Blog. Fiziksel anlamda güya diyetteyim. Bugün biraz bozdum da.

Ah bu arada geçen gün, uzun süredir düşündüğüm; ama ilk kez icraata geçtiğim bir şey oldu. Saçlarımı 4 numaraya vurdum. Nasıl olduğu konusunda şu linkten biraz bilgi vermiş olabilirim. Hep aklımdaydı aslında çok kısa saçlara sahip olmak; ama ne bileyim, çirkin olurum, asker tıraşı gibi olur vs. diye hiç yeltenmemiştim. Şimdi her ne kadar artık uzamalarını beklesem de yeni saçlarıma alıştım ve bana çok başka bir hava katıyor diyebilirim. Gelelim nasıl böyle bir işe giriştiğime... Ben de emin değilim. Sanırım kullandığım ilaçların bende oluşturduğu ekstra özgüven bana bunu yaptırmış olabilir. Pişman mıyım? Hell no!

İnternet bağlantım kısıtlı bir süredir. Ankara'ya dönmeyi bekliyorum aslında; ama emin değilim orası da bıraktığım gibi mi acaba... Evimi, odamı özlemedim değil. Şu 1-2 aydır olup bitenlerin başladığı yere dönme isteğimi de anlamış değilim. Yine de orası anne babamın kaldığı yer ve ben bir daha o zamanları ne zaman yakalarım bilmiyorum.

İçime dokunmayalım Blog. Çünkü inan içimde de bir şey yok. Anlatabileceğim bir şey olmadığı için belki de yazmadım sana. Bilmiyorum; ama biliyorsun ki en depresif zamanlarımda sana yazıyorum. Şimdiki öyle bir zaman değil. Ve büyük bir ihtimalle, 1-2 aydır da öyle depresif zamanlar geçirmiyorum. Bundan sonra da geçirmeye hiç mi hiç niyetim yok.

Nefret ettiğim mevsim geçti. Kuş gibi hafif miyim? Belki. Geçmişimi ya da geleceğimi sorgulamıyorum. Şu an biraz daha önemli gibi her ne kadar değerini bilemesem de çoğu zaman; artık böyle düşünüyorum. Son zamanlarda kitap okur oldum epeyce. Hafta sonuna doğru devremülke gidiyoruz 3-4 günlüğüne. Ekim sonu gibi yine Diyarbakır gözüküyor. O arada denk getirebilsem, İstanbul'da görmeyi istediğim ve beni görmeyi isteyen arkadaşlarımla görüşmek istiyorum. Özledim.

Dipnot: Yıllardır hiç böyle bir hissiyatla yazmamıştım sana Blog. Sanki aklımda "sadece yazmak" var. Ne bir anlam yüklemek, ne dert anlatmak, ne mutluluğumu paylaşmak ne de benzeri bir amacı var yazmamın. Hiç böyle olmamıştı; ama diyorum ya, şu halimden mutluyum. Farklı bir rahatlığı var. Tek nedeni de psikiyatrist/psikolog görüşmelerimdir. Eminim. Zira kimyasal etkisine maruz kaldığım şeyler de var.

Özetle: BEN İYİYİM.

30 Ağustos 2013 Cuma

Neler Oldu/Bitti

Nereden başlamalıyım bilmiyorum Blog. Söylemek istediğim, bağırıp çağırıp; kırıp dökmek istediğim bir nefretim/sinirim/tanımlayamadığım duygularım var; ama çıt çıkmıyor... Ne içimde ne de dışımda. Anlamıyorum, anlayacağın... O da nasıl oluyorsa artık.

Şu anki anımdan, geriye doğru anlatmalıyım kısmen. Az önce eve girdik ablamlarla. IKEA'dan dönüyoruz. Öyle büyük şeyler almadık. Asıl amacımız kısmen, hem IKEA'yı gezmek hem de oradaki AVM'nin tekindeki Mediamarkt'dan Iphone markalı bir telefon almak-tı. Sonuç? Tarifsiz.

Özetle, telefon alamadım. İçimde de heves kalmadı aslında. O eski heyecanım yok. Alınacağı kesinleşti diye mi, yoksa kullandığım ilaçlardan dolayı mı bilmiyorum. Hani istiyorum, seviyorum; ama olsa da oluuuur, olmasa da oluuur kafasındayım. Garantisi Genpa olan ve ucuz olan bir Iphone bulana kadar bir süre daha araştırmaya devam edeceğim...

15 Ağustos'dan beri olanlardan bahsetmeliyim galiba. Bundan da emin değilim, bahsetmek zorunda mıyım?.. Geçen süre zarfında, 1 adet psikolog görüşmem oldu. Büyük ablam İstanbul'dan çok uzaklara taşındı. Ben diğer ablama geçtim ki burası İstanbul'a biraz daha uzak. Galiba epey bir süre buradayım. Sonra neredeyim, ben de bilmiyorum.

Psikoterapiden çıkınca öyle pek "aha! Buldum!" moduna girmedim tabii ki. İlk görüşmeden nereye varabilirdik ki zaten? Bir sonraki 2-3 hafta sonra... Kullandığım ilaçlarıma da devam ediyorum. Etkileri var, güzel mi bilmem. Mesela sabaha karşı bazen 4, bazen 5; hatta bazen 3(!) gibi uyanıyorum gereksizce. Sonra uyu uyuyabilirsen... Fazla uyuyordum önceleri. Şimdi sonuçtan mutluyum; ama sabah ezanıyla uyanmak güzel olsa da, kalkınca boş boş dururken bir anlamı olmuyor. Öte yandan sıcak ve nemli hava, benim terlememle olan savaşım ve bütün bunlara karşı eskisi gibi sinir krizlerine girmek yerine, sakince geçmesini bekleme durumlarım var. İyi ki mi kötü mü bundan da emin değilim. Yine de depresif/kötümser değilim bir süredir. Ve öncekiler gibi "kendimi kandırma" şeklinde olmuyor. Gayet iyimserim. Henüz sıfırlamadım hiçbir şeyi genel anlamda. Henüz plan-program da yapmadım; ama yakındır. O zaman anlarım ne olup bittiğini... Şimdilik böyle şeker çocuk Arif modunda devam ediyorum. Iphone'uma da kavuşaydım iyiydi.

Haftaya Çarşamba uçağa biniyorum! En son sanırım Vilnius'dan dönerken binmiştim. Özledim sanırım. Sabiha Gökçen'de beklerken bu sefer ayaklarımı epey sürtmeyi düşünüyorum yerlere. Belli mi olur, belki ayağım alışır, öyle değişikli hoşlu şeyler olur. Nereye gideceğimden daha sonra bahsetmeliyim Blog. Onun konusu biraz ayrı.

Diyete başladık 4 gündür eniştem ve ablamla birlikte. Eh tabii tartıda 2-3 kg vermiş gözüksem de bu diyet işleri hep istikrar gerektiren şeyler. Fazlam çok da yoktu oysa ki.

Ortalıktan kaybolalı tam 3 hafta oldu Blog. Görüyor musun ne kadar sessiz, sakin; sanki Arif hiç yokmuşçasına her şey? Görüyor musun o yerlere göklere sığdıramadığım arkadaşlarımın o güzel sessizliklerini? Belki "Arif yalnız kalmak istiyordu, dokunmayalım" düşüncesindedirler; ama ben olacağım da böyle bir durumda, 3 hafta arkadaşım ortadan "ben gidiyorum, yokum uzun bir süre" diyecek bana ve ben bekleyeceğim dönmesini? Oldu. O işler bende bu şekilde yürümüyor Blog. Demek ki neymiş? Kimse ben gibi değilmiş. Yine de çok uzaklardaki 1-2 üniversite arkadaşım var. Onların bana ulaşması ciddi anlamda zor olduğu için; onları ayrı tutuyorum. Aksi halde Blog'umu bilenleri bile var aralarında. Kaldı ki mail adresim de var çoğunda. Eski sevgilimde de... Yani özetle, arayan aradığını buluyor.

Eski sevgili demişken; şu şarkı çaldı durdu yine bugün kulaklarımda:


Sanki elimi hiç bırakmamışsın gibi
Yokluğunda kendi kendime inandım, dayandım.
Sanki kötü sonlu hiç hikâye yokmuş gibi
Sonumuzun iyi biteceğini varsaydım, yalandı.

Havalar da soğuk gidiyor
Bu aralar üşürsün sen bilirim.
Aman dikkat et, aklına yazları getir.

Ne olur ara sıra haberdar et
Pencerelerde bekletme
Hayatına elbet biri girecek
Mutlu ol, onu ihmal etme.
Ne olur ara sıra haberdar et
Pencerelerde bekletme
Hayatına elbet biri girecek
Mutlu ol, onu ihmal etme.

Sonra bir de şu geldi aklıma; buna önceleri çok anlam yüklerdim. Anlamlıydı. Şimdi bomboş; ama yine de güzel geliyor:

Videosu biraz kötü gibi; ama şarkı eski de olsa güzel bence. Sözleri anlamlı.

Çaresizim mecbur bu veda 
Kokun üzerimde gidiyorum uzaklara 

Sığınıp anılara bu hasrete dayanırız elbet 
Ümidimiz muradına erecek sabret 

Sabret inci tanem bekle beni 
Döneceğim mutlaka sabret 
Ağlama ne olur vazgeçme bekle beni 
Döneceğim mutlaka sabret 

Vız gelir dağlar denizler yaban eller 
Sevmeye engel değil mesafeler 

Geçici bu ayrılık bir rüya farzet 
Sonunda zafer bizim olacak sabret 

Sabret inci tanem bekle beni 
Döneceğim mutlaka sabret 
Ağlama ne olur vazgeçme bekle beni 
Döneceğim mutlaka sabret.

Sonra yine düşündüm; 25 yıldır belki de geçirdiğim en tuhaf 3 haftayı geçiriyorum. Tuhaftan kastım kesinlikle yalnız geçirmemem gereken bir durum. Ve yalnızım Blog. Şu anlarımı ailem dışında kimseyle geçirmiyorum, konuşmuyorum bile. Yalnız olmamalıydım, herkes gider ailem ve sevgilim kalır, derdim hep. Olmuyormuş öyle. Aile kalıyormuş. Çünkü onlar hiç gitmezmiş zaten. Ben yaşadıklarımı tek başıma yaşamayı öğrendim öğreneli çok değişti anlamları ilişkilerin. Şimdilerde sakinim; ama eskilerden de çok ders çıkarıyorum Blog. Eski sevgiliye, arkadaşlarıma, dostlarıma sözüm çok da, neyse... Ben susmaya alışkınım.

Şimdi acımı içime gömdüm. Öyle yaşıyorum yani. Bugünler de geçer, diye tek umudum.

Dipnot: Evet, farkındayım, yine Blogumda hissettiklerimi paylaşıyorum. Oh.