19 Temmuz 2013 Cuma

Her şey-im


Geçen günlerde tekrar anımsadım, Cuma günleri en mutlu günümdü ve özellikle Blog'uma gelip yazmaya çalışırdım. Bugün de özellikle yazıyorum. Mutlu bir günde miyim bilmiyorum; ama yazmak, rahatlamak istiyorum. Konuşabildiğim kimsem olmadığı için, sanırım.

Bugün Cuma namazına gidemedim mesela. Babam rahatsızdı. Onunla ilgilendim. Acile gittik, 2-3 saat orada ona eşlik ettim. Şimdi evdeyiz, durumu da iyi. Hastanede beklerken, sessizlik, düşünmek için epey bir itekledi beni düşüncelerim arasında. Babamla aramdaki 35 yaşın, bir yolun yarısı olarak görülmesi beni düşündürdü. Gerisi tahmin edilebilir. İletişim sorunlarından başlanarak...

Bir de bugün O'nunla konuştum Blog. Bazen seni okuyor diye tahmin ediyorum. Ya da okumuyor da olabilir artık. Sorun değil, aslında sorun; ama değil. Her neyse. Bir insan karşısındakine her şeyim diyebiliyorsa, bence çok ciddi bir şeyden bahsediyordur. Ya da ben mi öyle algılıyorum? Ben ne anlamda birine her şeyimsin diyorum sence Blog?

Gitme, kal demek ne kadar zor değil mi Blog? Ya da vazgeçmek? Ya da bu kadar mı kolay? Biz seninle tek bir şeyi beceremeyeceğiz galiba hiç Blog: Sevmeyi sanırım. En azından kendi adıma konuşmak gerekirse, ben hiçbir zaman ders almayacağım belli ki. Hiçbir zaman mantığımdan bir parça olsun ekleyemeyeceğim sevgime galiba. Bazen eski kafalı olduğumu düşünüyorum ilişkilere karşı... Oysaki ilişkiler çoktan yeni düzenine kurulmuş. Ya da ben mi kabul etmek istemiyorum ısrarla?

Sevgili, insana, mutlu zamanında mı gelmedi sadece? Gerçekten, hayatı her şeyiyle seven birine gelmeli ve kendiyle birlikte gelen kişiye de mi sevdirmeli hayatı sadece, Blog? Böyle mi olmalı gerçekten? Ben neden kabul etmek istemiyorum? O zaman birine her şeyimsin demenin ne anlamı kalıyor? Ya da insanlar çıkmaya başlamadan önce, alışveriş listesi gibi, beklentilerini mi sunmalı gerçekten?

* Konuşurum, bakışırım, öpüşürüm... Elletmem yalnızca.
* Mutlu zamanlarımda hep yanımda ol. Sana ihtiyacım olduğunda da ben istersem yanımda ol.
* Başka?

Ben böyle yapamıyorum Blog. Her şeyim demenin ne demek olduğunu biliyorum. En azından bunun ne demek olduğunu öğrendiğim birkaç ilişki yaşadım yeteri kadar. Birine git diyemem ben. Dersem gerçekten beni üzen bir şey vardır; ama git derken de, lütfen o üzen şeyi çözelim anlamında derim galiba. Kırılım, küserim... Yine de içimden gelmez. Birinden gitmek bu derece acıtırken, birine git demek nasıl bir ağırlık getirir insanı?.. Daha kolay olduğunu zannetmiyorum Blog.

Vazgeçmek ile ilgili sabahlara kadar yazarım sana Blog. Tek bir sonuca çıkar. O da vazgeçiyorsa biri gerçekten, bitmiştir demektir. Ve tek bildiğim de ben hiç kimseden vazgeçmedim bugüne kadar. O yüzden parçalarım hep eksik.

Bugün bir Cuma geçirdim Blog. Son günlerimin verdiği enerjiyi, her şeye rağmen yok edememiş bir Cuma geçirdim. Bir anda büyük bir adım atmak istemiyorum bende. Atamayacağımı da biliyorum; ama küçük küçük adımlar atarak başaracağıma inanıyorum en azından. O çemberden kendi başıma kurtulmalıyım. Tek istediğim bir eldi beni çıkarmasını beklediğim, hala daha beklediğim bir el...

13 Temmuz 2013 Cumartesi

Uyan

Kalk, uyan artık! diye bağrışmalar duydum,
Kulaklarımı sağır eden bir yakarış, belki bir çağrıydı.
Uyku, en iyi günümden daha da tatlı geliyordu o an,
İçimdeki üzgün soneye kulak verdim tüm umarsızlığımla.

Daha şiddetli duymaya başladım sesini.
Sanki "savaş bitti artık, geri dön" der gibiydi.
Kim uyanmak isterdi ki kaybedilmiş bir savaşa?
Daha sıkı sarıldım yastığıma tüm vazgeçmişliğimle.

Ağlama sesleri duydum, dayanamadım,
İçimdeki yangına karşı gelemedim.
"Söyle, dinliyorum" demek istedim bir anda.
Uyandım, gözlerimi açtım ve boşluğa bıraktım tüm korkularımı.

Aynada kendime baktım, saçlarıma, biraz da dudaklarıma...
Çok şey söylemek istedim kendime, yapamadım.

Biraz duruldum, sonra konuştum:
Islak gözlerimle rastladım tekrar sana, doğum günüme 9 gün kala...
Ne ben söyleyebildim ne sen dinleyebildin bugüne kadar.
Sustuk hep, vazgeçtik hep, kırıldık hep...
En kötüsünü yaşadık yıllarca: Yanıldık hep.

Doğum günüme az kaldı Blog. Ellerim titriyor. Bir sona daha yaklaşıyorum. Belki yeni bir başlangıç, belki daha da kötü bir son... Geçen seneki doğum günüme benzer bir sona yaklaşıyorum biraz. Belki böylesi daha iyidir Blog. Hayat bana duygularımdan vazgeçene kadar işkence edecek. Sanırım...

10 Temmuz 2013 Çarşamba

İmdat?

Bugün iftarımı açmadan önce 10 dakika boyunca düşündüm. Ramazan ayının hiperhidroz hastası için ne kadar zorlu geçtiğini düşündüm. Normal bir insandan daha fazla suya ihtiyaç duymamıza rağmen, ısrarla Allah'ın rızasını kazanmaya çalışıyor oluşumuzu düşündüm. Sonra da aslında sadece Ramazan ayının değil; normal hayatın da zor geçtiğini düşündüm...

Diğer insanlardan farklı bir alemde yaşıyorum biraz. Biraz gizli saklı düşüncelerim. Açıklayamıyorum... Susmayı tercih ediyorum çoğu zaman. Konuşursam ben değil de duygularım konuşmaya başlayacağı için, açmıyorum ağzımı. Belki karşımdakini fazla mutlu ederim ya da onun kalbini kırarım diye susmayı tercih ediyorum.

Hayatım zor geçiyor. Bunu hiçbir zaman gizlemedim. Bekli diğer çoğu insan gibi gizleseydim beni mutlu/güçlü ya da diğer sahte birkaç sıfattan biriyle anardılar. Çok önemsemiyorum anlaşıldığı üzere. Yine de bu durum değiştirmiyorum ne derece zorluk çektiğimi.

Önce hastalığım, sonra askerlik meselesi bütün inançlarımı, düşüncelerimi, umutlarımı yıkıp geçiyor. Adım atamamak kadar kötü bir şey yok. Hani biri olmasa ona da razıyım inanır mısın Blog. Keşke en azından biri olmasaydı diyorum. Zaten ikisi de birbirini tetikliyor bir nevi.

Ölmek istediğim şiddetli bir şekilde doğrudur. Belki en kolay kaçış, belki en iyi son ya da en iyi başlangıç olacaktır benim için... Tartışılır. Zira çektiğimi ve daha belki de uzun yıllar çekeceğimi bir tek ben ve beni yaratan biliyor.

Tabii her şey bu düşüncelerin kafamda olmasından ibaret değil. Bizzat olacakları az çok bilebildiğim için korkularım en diplerde yer ediniyor hayata karşı. Belki bu satırları okuyanlar yığınla düşüncelere kapılabilirler. Bir kısmı dini boyutundan bana sinirlenir, bir kısmı güçsüz olduğumdan v.b... Çünkü anlamayacaklardır. Ben sabahlara kadar konuşsam da sayfalarca yazılar yazsam da kimse anlamayacak. Ve ben kimsenin beni anlamasına ihtiyacım olmadığını uzun zamandır benimsemiş durumdayım. Çeken bilir sözüne olan saygımı tekrar yineliyorum.

Ben bunlarla yıllardır uğraşıyorum; ama son 1 yıldır, her sabah uyanıp gece yastığa başımı koyana kadar ne beynimi ne de kalbimi rahat bırakıyor bu durumum. Hala ruhsal sağlığımın tamamen yıkılmamış olduğunu görmek beni sevindiriyor mu üzüyor mu bilemiyorum. Yaşadığım onca güzel şeyin, edindiğim onca tecrübenin, aldığım iyi eğitimin tamamen heba olması gibi bir şey. Ve zaman geçtikçe tükeniyormuşçasına her şey. Kendime ve ülkeme bakınca artık kurduğum cümleler yazık kelimesiyle başlıyor.

Ve yine diyebilirim, keşke ölsem, en azından aileme yük olmam.

Ramazan ayı da mı bir çare olmuyor benim için acaba?..