8 Haziran 2013 Cumartesi

Resimsiz [-]

Küçüklüğümden beri hep hayalini kurmuşumdur tutku dolu bir ilişki yaşamanın. Acısı-tatlısı bol olan bir ilişki vardır hep doğru ilişki tanımımda. Kahkahalar, gözyaşları, yanlış anlamalar, ümitsizlikler, vazgeçişler, küsmeler, barışmalar... "her duyguyu yaşamalıyım" diye arka planda hayallerime destek olmuştur dürtülerim. O yüzden geçmişimden beridir insanlara yaklaşırken hep bir tanımla yaklaşmışımdır, hep bir doğru tablo vardır resimlerimi yerleştirmek için.

Bir zamandan sonra insanlarla tanışmaktan korkmaya başladım. Ve her tanıştığımla bu korkum daha da pekişti. Çünkü kimse uymuyordu benim doğrularıma. Ne arkadaş olarak ne yoldaş olarak; ne kalbimin sahibi olarak ne de günümü gün edeceğim kişi olarak... 

Bir keresinde tam doğru dediğim kişi gelmişti. O zamandı sanırım her şeyin allak bullak oluşu. Nefes aldığımı fark edemeden uzak kalmıştım. "Tamam, rüyaymış diye kabul etmeliyim" demiştim ve ait olduğum yere dönmüştüm isteksizce. Sonra içimde ne korku kalmıştı ne de istek... Yıkmaya çalıştığım duvarların Çin Seddi'ni andırması sadece benim değil; hayatıma giren insanların da dikkatini çekmişti. Açık bir şekilde zorlanıyordum; daha da kötüsü zorluyordum karşımdakileri.

Zamanla insanları kendi doğrularıma oturtmak yerine, onların doğrularına uyum sağlamaya çalıştım. İşte hata yapmaya başladığım ilk anlar o zamanlardı. Ben kendimi değil de başkalarını mutlu etmeye adamıştım kendimi. Daha sağlam ilişkiler kurmak için kendimi zorluyordum; bir daha olmaz dediğim türden iletişimlere geçiyordum. Ben izin verdikçe daha da kötüye gidiyordu her şey. 

En başta hayalini kurduğum şeylerin hepsi tek taraflı olmaya başladı artık. Başkası benimle gülerken, ben daha fazla ağlayan oldum. Ben açık sözlü oldukça, başkaları daha çok gizli bir şekilde yaşar oldu. Ben daha fazla güvendikçe onlar daha da umursamaz oldular... Sonra hiçbir tabloya uymayan bir resim gibi hissettim kendimi. Ne çerçevemin rengi belliydi ne de modeli...

Böyleydi doğrularımın yıkılışı. Tam olarak böyle yok edildi masumiyetim. O yüzden şimdi sürekli geriye dönüp onlara bakıyorum. Neden o katillere izin verdiğimi sorguluyorum kendimce. Neyi hak ettiler diye soruyorum. Soruyorum da cevabını veremiyorum be Blog. Niye bütün duyguları ben yaşamak zorundayım diye soruyorum kendime. Niye kimsenin savaş vermediğini merak ediyorum. Sadece benim karşıma çıkanların değil; diğer herkesin de... 

1-2 gecedir erkenden yatıyorum yatağıma. Tuhaftır, hayal kurmaya başladım yine. Artık geceleri farklı bir hayal kurarak uykuya dalıyorum. Ulaşabildiğim tek şey bu sanırım.

Bir de şu var, aslında bunu hep fark etmişimdir; ama sanırım yeni yeni kelimelerime dökülüyor. İnsanlar benim çektiğim sorunları görmekten mutluluk duyuyorlar sanırım, buna hayatıma girmiş insanlar da dahil. Çabalamalarımdan, "acaba ne yapacak" diye düşünmelerden ve diğer uğraşlarımı görmekten... Oysa ki kendi halinde, kendine zararı olan biriyim ben. Sanki onlardan çok fazla bir şey istemişim gibi tepkileri hep.

En mutsuz anlarımda böyle üzüyor beni yalnızlığım. Şu anki anlarımda olduğu gibi hep geçmişe dönüp, yaşanmışlıkları suçluyorum/sorguluyorum. Çünkü bazen insanın elinde hiçbir şey kalmıyor. Hele bir de fazla hassas biriyseniz, o zaman yalnızlığınız tek dostunuz oluyor. Tek suçlu oluyor daha doğrusu. Ben de bunu yaşıyorum Blog. Hele ki son zamanlarda bunu çok yaşar oldum. Bitenlerin ardından "keşke öyle yapmasaydı" demekten kendimi alamıyorum.

Biraz çikolata, biraz çay, biraz kitapla atlatmaya çalışıyorum. İyiyim; ama eksiğim Blog. Biraz öfkeliyim, biraz üzgünüm, biraz sakinim, biraz özlem var içimde... yine de umutluyum yaşamaya.

6 Haziran 2013 Perşembe

Kandil!

Sakinliğim hala devam ediyor Blog. Tepkisiz ve sakin halim her ne kadar hoşuma gitse de beni korkutuyor. Çünkü düşüncelerimin bir kısmı sakin değil. Sürekli geçmişi, geçmiş insanları tepkisiz bir şekilde düşünerek geçiriyorum zamanımı, bazen de geceleri...

Kandil gecesi oldu yine bak. Bu gece daha da bir geçmiş tartışması yaşadım içimde. Dua ederken kime, nasıl ve ne için dua edeceğimi bilemedim bir an. Sonra dik bir duruşla oturdum. Belki önceki gecelerde ettiğim duaların aynısını ettim; ama bu sefer daha da farklıydı isteğim. Daha çaresiz ya da son umut şeklindeydi. Neden böyle oldu Blog? Ne, neden oldu, diye soracaksın. Hangisi için desem bilemedim.

O kadar fazla "neden" sorusu var ki içimde, beynimde, kalbimde en çok. Hangi birini yöneltip cevaplandırmak istesem ben bile emin değilim artık. Manevi boyutu belki dualarda kalıyor; ama insanlara karşı olan neden sorularım neden hep havada kalıyor Blog? Bunu anlamıyorum işte.

Kandil geceleri geçmişi tartarım hep. Geçmişte yaptığım hataları tekrar yapmamak için dua ederim Allah'a. Çünkü ben insanım, çünkü ben duygularıma genelde yenik düşüyorum ve bazen aynı hataları yapabiliyorum. O yüzden güç istedim biraz bu kandilde yine. İnsanları anlamaya çalışmamak için güç istedim. Karşıma çıkıp, sevgimi sevgisiyle paylaşan ve sonra gereksizce geri sıralara koyanları anlamaya çalışmamak için güç istedim. Belki daha az yorulurum o şekilde diye, düşündüm...

Geçen koca 1 yılı düşündüm Blog. Keşkeli cümleler kurmuyorum artık. Olmuş bitmişlerin hesabını sormamaya çalışıyorum kendi içimde. Böyle daha az üzülüyorum sanırım. Ne kazandım/ne kaybettim diye düşünüyorum bu 1 yılda. Ne kattım insanlara, insanlar bana ne kattı, öbür hayat için ne yaptım, iyi bir insan olabildim mi diye düşünüyorum.

Sonra yine fark ediyorum ki beni en çok duygularım üzüyor. Aslında bu duygulara neden olan insanlar üzüyor. Kalbim kırık Blog. Zaten kırıktı aslında da, parçaları vardı elimde. Şimdi toz olmuş durumda... Üzülüyorum kalbim için. Tamir edebilsem keşke diyorum; ama elimde değil. Nasıl tamir edebilirim ki? Haklı yani, neden izin verdim ki kırılmasına? Neden insanlara güvenmek gibi bir hata yaptım ki? Hele hele sonunu bildiğim, belki en az yüz kere başkalarında gördüğüm bir yola neden çıktığımı ben de anlamıyorum. Neden sözlere kandığımı, neden gururumu hiç önemsemediğimi, neden sevince birçok şeyi boşverdiğimi ben de anlamıyorum. Anlamadığım bir de karşı tarafın düşünceleri var. Neden insan bana güvenmez ki diyorum. Neden açık olamaz, neden gizli saklı tutar birçok şeyi diyorum. Neden pes eder ki diyorum. Fazla kötümserim; ama yeri gelince kimsenin olamayacağı kadar da iyimser olabiliyorum. Kendim için olmasa bile, çoğu zaman başkaları için iyimser olabiliyorum. Hatalarımı arıyorum; ama göremiyorum sanırım bu sonuçlara itecek kadar. 1 yıl içinde yaşadığım iki ilişkinin de bitiş nedenlerini düşündüm bu gece. Belki insanların benimle oynadığını, beni kandırdığını kabul etmek istemiyorum. İnanmak istemiyorum daha çok aslında. Hak etmediğimi düşündüğüm için belki de. O yüzden mesela gurur yapmıyorum ayrılırken birinden. Hatta özellikle üstüne gidiyorum bir neden gösterebilsin diye. Ayrılma fikrini ortaya atan da ben oluyorum bunları yaparken. Yok, olmuyor yine de... Böyle çıkıp bağırasım geliyor "neden kimse düzgünce sevemiyor" diye. Sonra susuyorum, başka baharı bekliyorum.

Yine bir kandil geçti Blog. Senle birlikteyim yine. Her zamanki gibi...

1 Haziran 2013 Cumartesi

Sakinlik?

Evlilik teklifi... Bence insanın alabileceği en güzel teklif. Ya da başkasına sunabileceği... İzlediğim bir dizide, evlilik teklifinde bulunan çiftlerin yaşadıklarına imrendim. Ben de bir gün acaba muhatabı olabilecek miyim böyle bir durumun diye düşündüm. Sonra 10-15 saniyelik kısa bir hayal dünyası gezim oldu ve geri döndüm odama, kitaplarımın önüne, arkadaşımın bana hediye ettiği kaleme ve üstüne boş bir yol çizdiğim not defterine...

İstanbul'dan döndüğümden beri üstümde ilginç bir sakinlik var. Sanırım Ankara'nın havasının, evimizin huzurunun ve sessizliğin verdiği bir sakinlik... Antidepresan kullansam şu anda herhalde daha da sakin olurdum. Hatta o kadar sakinim ki başka zaman olsa şu son 2 gündür Gezi Parkı ile ilgili yaşanan şeylere olan tepkimi gösterirdim; ama üstümde değişik bir sakinlik var. Gitmesin. Ben bu sakinliği seviyorum. Hatta normal dinleme süremden daha fazla klasik müzik dinler oldum. Önceleri 1 saat dinliyorsam, sonraki dinlediklerim hareketli şarkılara dönüyordu kesinlikle. Bu sefer 3-4 gündür dinliyorum sıkılmadan. Ve bu sakinliğim beni sıkmıyor. Sakinim, biraz huzurluyum.

Biraz da mutluyum. Dün mutfağa girdim mesela annemin yokluğunu fırsat bilip. Ve şu tarifi uyguladım. Gayet de güzel oldu mini böreklerim. Poğaça aslında, neden börek ismini vermişler bilmiyorum; ama güzel oldular. Fotoğrafını bile çektim. Sonra da afiyetle yedik babamla çayın yanında. Hamuru açarken kendime gülüşlerim, peyniri koyarken ki eğlencelerim... epey rahatlattı beni. Hatta şey dediğimi hatırlıyorum hamuru açarken "hamur açma işi gerçekten sakinleştiriyormuş"

Bugün 1 Haziran. Yaz mevsiminin takvimdeki ilk günü. Büyük bir direnişle "canın cehenneme hiperhidroz" demek istiyorum sadece. Onun dışında kalbimi çöpten geri aldım. Kıyamadım. Beni ben yapan zekam, mantığım değil; kalbimdir sadece. Sakinim demişken, Deniz Seki'nin şarkısı geldi aklıma. Sonra da şu şarkıya takıldım ondan daha çok:


Henüz tanıştığım biri bana kendimin farkında olmadığımı söyledi. Gülümsedim ona Kadıköy sahilinde otururken akşam esen rüzgarında denize karşı. O konuştu, ben dinledim. Bazen, bir şeyler söylemek istedim; ama sonra sustum. Dinlemek daha güzeldi belki de o an. İzlediğim filmleri tekrar izlemek gibiydi her şey. Bozmadım hiç oyunu. Sonra başımı omzuna koydum 1-2 saniye. Elini omzuma attı. O an anladım işte. Bir ele ne kadar hasret kaldığımı anladım. Ufacık bir dokunuşun beni ne kadar etkilediğini anladım. Düşünmekten, hissetmekten, anlamaya çalışmaktan ne kadar yorulduğumu işte tam o anda anladım. O an dedim kendi kendime "Arif, lütfen savaşmaktan vazgeç artık. Bu senin savaşın değil" diye. O arada elin sahibi devam ediyordu konuşmaya. Sonra savaşlarımdan bahsettim ona. Kendi savaşıymışçasına savundu hepsini bir bir. Ben boş boş gülümsemekle yetindim. Yine de huzurluydum. "Bugüne kadar ne gördün Arif yarı buçuk ilişkilerinden" dedim. Kendime verdiğim sözü 2 kez bozmakla kaldım son 1 yıl içinde, iki farklı insanla. Değdi mi diye düşündüm... Üşüdüğümü bile fark etmemişim. Henüz tanışmamış olmamı bile yadırgamaktan vazgeçtim o an. Sonra eve döndüm, evdeki mevzular, annem, babam, derken Ankara'dayım. Dönerken her şeyi İstanbul'da bıraktım. Şimdi daha iyi anlıyorum şu sakinliğimle. Ben sadece kendi savaşımın değil; başka şeylerin de savaşını vermeye çalışmışım. Yoksa şu gururum birden fazla kez ezilip geçilmezdi.

Kahve istiyorum; ama evde kahve kalmamış. Belki de kahveydi beni sürekli tedirgin bir şekilde düşündüren. 

Yoksa insanlar neden düşündürür ki?.. Seven neden düşündürür ki?