17 Nisan 2013 Çarşamba

Gittim Geldim

Geçen hafta boyunca İstanbul'daydım. Sınav için gitmiştim; ama gayet dolu dolu geçti. Gezdim, tozdum, buluştum arkadaşlarımla; kahkahalar, gülüşmeler... daha bir çoğu oldu. Ve çok güzeldi.

Hep diyorum, gidince dönesim gelmiyor; buradayken de gidesim gelmiyor. Kurulu düzenimi bozmaktan hoşlanmıyorum pek, ondan galiba bu durum.

Elimde ne varsa satmaya çalışıyorum. Eski bilgisayarlarımdan birini sattım mesela, satabileceğim bir netbook bir de ipod touch var. Onları da satıp, bir şekilde para biriktirmeye devam etmeyi düşünüyorum. Akıllı bir telefon almam lazım. Şu an ki Blackberry'nin WhatsApp dışında pek bir faydası oluyor diyemem. Tabii buna da şükür. O değil de işe girip maaşımla alabilme durumu varken bunu yapamıyor oluşuma ne demeli acaba?..

Yazımda kullandığım fotoğrafı, arkadaşımla yemek yediğimiz bir yerin üst katında otururken çektim. Kuşlar soğuktan oraya tünemişler. Hava soğuk İstanbul'da şu sıralar. O gün de Pazar idi. Şansıma Cumartesi günü hava aşırı güzeldi. Ve sabahtan akşama kadar gezdim. Kadıköy, Beşiktaş ve Taksim... Tabii en son yine Cihangir'de kahve içerek tamamladık günümüzü.

Mayıs ayı içinde tekrar gideceğimi söyleyebilirim. Yine sınav için; bu sefer ne kadar kalacağımı bilmiyorum.

Zaz'ın albümü çıkıyor Mayıs'ın ikinci haftası. Sanırım 11'inde. En çok beklediğim albüm! Sertab Erener'in albümü de çok güzel olmuş mesela. Şu sıralar takip ettiğim yeni diziler de var. Mesela Bates Motel ve dün başlayan yepyeni bir dizi var listemde: Defiance. Henüz izleyemedim; ama 1-2 gün içinde kahveme ortak olacağından eminim.

John Verdon'a sardım nedense Blog. Hayırdır? Böyle oluyor işte, elime cinayet/seri katil konulu romanlar geçince okumak istemiyorum, bunalıyorum çünkü. Okuyunca da bırakamıyorum. Şeytanı Uyandırma isimli kitabını okuyorum şu sıralar. Bir yandan da Sherlock Holmes serisini okuyorum. Yani daha ne desem bilemedim beni anlaman için şu konuda... Bir de Küçük Mucizeler Dükkanı serisini özledim ben. 6. kitap adeta "Arif beni satın al! Neyi bekliyorsun yahu?!" diyor. Bir ara satın alıp okumalıyım: Yeni Başlangıçlar Mevsimi

Söyleyeceğim çok şey var Blog aslında; ama sansürlüyorum hepsini artık. Ve bu rahatsız etmiyor beni. Nasılsa beni anlayan tek kişi sen olduğun için sorun olmuyor bazı şeyleri atlamam. Yoruldum sadece. Duygularım özellikle çok yoruldu.

1 Nisan 2013 Pazartesi

Bahar Geldi

Çok öncelerde oldu sanırım. Ben hatırlamıyorum. Belki kimse bilmiyordur kimin beni lanetlediğini. Belki doğmadan önce olmuştur, emin değilim. Tek, gerçek olduğuna artık sonuna kadar inandığım bir şey var, o da hiçbir zaman, hiçbir mutluluğu doyasıya yaşayamayacak oluşum. Bundan eminim. O yüzden sanırım, bunun farkına vardığım zamandan beri, hiçbir şeye, beni mutluluğa götürecek olduğunu bilsem bile, bağlanamıyorum. Bağlanmak istemiyorum. Az ile yetinebilen biri olduğuma eminim; ama bu halimle bile elimdeki mutluluğu az görüyorum. Bu yüzden ertesi gün için umutlarım sadece 3-4 saatten ibaret oluyor. Sadece birkaç saatten ibaret oluyor yaşam enerjimin beni ayakta tutuşu. Sonra gerçeklerin içinde boğulduğumu ciğerlerime kadar hissediyorum. Nefretim sadece beni değil; çevremdekileri de yakıyor. Dumanı tütmeden yeni alevler çıkartıyorum her sefer... Her 3-4 saatin dışında uyanık kaldığım zaman boyunca...

Katalog gibi adeta geçmişim. Bir parça yeni insanlar, bir parça ders çalışma, bir parça sağlık sorunları, bir parça uzak ülkelere seyahat, bir parça zenginlik, bir parça sosyallik... hep birer parça. En kötüsü bu aslında. Nerede, nasıl ve ne tür bir hayatın insanı olduğunu bilememekte. Ne istemem gerektiğini şaşırdığım zamanlar o kadar fazla ki. Bazen sadece sağlıklı olmayı; bazen hayat arkadaşım olmasını, bazen çok zengin olmayı, bazen sessizce yaşamayı, bazen kalabalıktan boğulacak kadar yoğun yaşamayı istiyorum. Dışarıdan bakınca ne kadar güzel gözüküyor değil mi?

Şöyle düşünmekte fayda var sanırım. Bir miktar paranız var diyelim. Çalışma odanızı baştan sona yeniden tasarlamak istiyorsunuz. Ve elinize içinde önceden başkaları tarafından oluşturulmuş dizaynların modelleri var. Hepsi birbirinden farklı. Baktığınızda hepsi hoşunuza gidiyor; ama en beğendiğinizi seçiyorsunuz. Kurulum bittikten sonra bakıyorsunuz ki her tasarımdan bir parça var odanızda. Yatağınızın rengi farklı, perdelerinizin modeli farklı, lambanızın rengi farklı... Ben böyle bir etki yapıyorum insanlarda sanırım. Hayatlarının bir noktasına beni alınca içinde birçok şeyden olan bir odaya sahip oluyorlar. Başta eğlenceli geliyor. Belki hep durmasını istiyorlar evlerinin bir köşesinde; ama sonra fazlalık gibi geliyor. Ya da içine girince boğuluyorlar. Ve kapısı hep kapalı kalıyor...

En çok gülenler aslında en çok ağlayanlarmış derler. Öyle mi sence? Sence ben çok mu ağlıyorumdur? Çok mu dertliyimdir? Dokunsan acaba parmağın yanar mı içimdeki ateşten?

Birden fazla ben'in olduğu bir hayatı yaşıyorum işte. Sorun bende değil; küçüklüğümden beri hangisinde olduğumu bulamayışımda. Belki hiçbir mutluluğu tamamen yaşayamamak benim suçumdur. Belki kimse lanetlememiştir. Belki Allah böyle istiyordur benim için. Her şeyi gösterip; doğru olana yönelmemi istiyordur. Çok basit gibi geliyor kulağa, değil mi? Bir de bana sorun yaşadığım hayatı.

Hiçbir şeyde, yerde, mutlu olamayacağımı bilişimden sanırım hiçbir şeye tutanamayışlarım. Korkarak kaçışlarım. En çok ne zaman ağlamıştım Blog? Amerika'dan dönüşte, değil mi? Nedendi sence? O zaman tek başımaydım, paramı kazanıyordum, hayat çok güzeldi, o kadar güzeldi ki mutluluğu aramıyordum. Sanki bana koşarak geliyordu mutluluk. Döndüğümden beri ağlıyorum. Burada her şeye bir engel var çünkü. Engel olarak görmesen bile, bir şeyler gözüne soka soka hissettiriyor engelliğini.

Bakalım ne kadar daha kaçabileceğim mutluluktan, hayatımı yoluna sokmaktan ya da pes edip sistemin istediği köleliği mi yaşayacağım. En çok da bundan korkuyorum Blog. Sistemin bir parçası olmaktan korkuyorum. Yapmam dediğim şeyleri yapmaktan korkuyorum. İnsanlara bunu anlatınca anlamıyorlar. Lambanın açılıp kapanması gibi sanıyorlar kendime verdiğim sözleri çiğnemenin. Öyle ya, çok zaman oldu başkalarının beni anlamasını bekleyeli. O yüzden direniyorum Blog. Belki sonunda sağlığımdan, belki canımdan olacağım; ama direniyorum. Elimde inandığım bir avuç kadar umudum kaldı kendime dair. Onları da kaybetmek istemiyorum.

Tek başıma veriyorum bu savaşı. Kendi sorumluluğumla, kendi mücadelemle. Kaybedersem ben kaybedeyim istiyorum. Üzülmesin benim yüzümden kimse istiyorum. Geriye annem, babam ve kardeşlerim kaldı. İnsanların nefretini kazanmak çok zor değil sanırım Blog. Belki kan bağında daha zor olur; ama başarmak zorunda kalırsam onun da üstesinden gelirim herhalde. Gerekirse onların nefretini de alıp giderim buralardan. O zaman göçüp gittiğimde kimse üzülmez fazla. Doğru ya, sevginin yerini bir tek nefret doldurabilirmiş.

Yine de zamanım var. Az da olsa umudum var bir şeylerin düzeleceğine dair; ama çok zorlanıyorum be Blog. Bu kadar hassas olmamalıydım. Yaratılış kuralını bu kadar bozmamalıydım. Benim suçum değil bu kadar düzensiz yaşamış oluşum.

Gerçekten, benim suçum ne Blog?

Neyse. Nisan ayına girdik. Bahar geldi. Bahar hep yeni umutlarla gelirmiş. Belki bu bahar şansım yaver gider.  Belki diğer baharlar kadar umutsuz geçmez.

29 Mart 2013 Cuma

Derin Nefes Alıyoruz!

Ne kadar yalnızsam, o kadar güzelim be. O kadar iyiyim. O kadar kendimden eminim. O kadar bir şeyleri gizlemeden yaşıyorum... Ne demek istedim acaba bu cümlede? Açıklayayım.

Ben birine ısındığım zaman samiyetimi korumayı severim. Sıcaklığımı öyle kaybetmem hemen; ama kolay kaybetmem de diyemem. Hele ki verdiğim değeri göremezsem karşımdaki insanda... 2-3 gün önce de benzeri bir nedenden birkaç kişiyi çıkardım listelerimden. Bu, artık o kişilerle konuşmayacağım demek oluyor. Çıkarma nedenim sadece samimiyet kaybı değil elbette. Başka nedenleri de var. Fakat; şu anda çok rahatım, huzurluyum, Facebook ya da Twitter gibi bir yerde bana özel bir şeyi paylaşırken daha rahat hareket edebiliyorum. Daha öncesinde, kendimle ilgili bir şey paylaşırken 5 kere düşünüyordum. Çünkü nazarından korktuğum, samimiyetinden çok şüphe ettiğim insanlar vardı. Neden tutuyordum zaten hayatımda? diye bir soru da alabilirim mesela. Ben de bilmiyorum... Neden? Bana maddi manevi hiçbir faydası olmayan, aksine özel hayatımı paylaşırken rahatsızlık duyduğum kişileri neden hayatımda tutayım ki, dedim ve çıkardım.

Bunun dışında eski ikinci sevgilimin mailini almıştım geçenlerde. Neden mail attığı konusunda pek fikrim yok; ama eminim yine egolarını tatmin etmek için ne yaptığımı, nerede yaşadığımı sormuştur. Çünkü en sonki tartışmamda, insanlara nasıl baktığını, hele ki sevgilisi olacak kişileri nasıl değerlendirdiğini anlayınca, ona olan tüm sevgim nefrete dönüşmüştü. İnsan yurt dışında hayatını kurup, ekonomik durumunu iyi hale getirince böyle mi oluyor? Yani karşısındakilere, sanki onun parasını yiyecek, duygularını çalacak biri gibi mi bakıyor? Hele ki Almanya'daki Türklerin nasıl olduğu konusunda daha da kafamı karıştıran bu geçmiş tartışmayı tekrar hatırlamak zorunda kaldım o maillerden sonra. Zamanında ne kadar saf olduğumu tekrar gördüm. Hoş, konu duygular olunca hala daha safım sanırım. Umarım bir daha mailini almam. Çünkü benim Türkiye ile ilgili derdimi bilip, elinde fırsatı olmasına rağmen, 1 kere olsun yardım etmeye tenezzül etmeyen biri, benim hatırı sayılır listemde kalamaz.

Bugün kek yaptım. Nasıl başarılı oldum diyemem. En azından mozaik pasta başarımı yaklayamadım bence; ama fena değil yine de. Yenebilir.

Haftaya İstanbul'da olacağım durumu beni hala düşündürüyor. Zira havalar ısınmaya başladı. Ve İstanbul, Ankara'dan daha sıcak. Bu da daha çok terleyeceğim anlamına geliyor. O yüzden tshirtlerimi götürsem iyi olur. Para harcamamalıyım. Zaten harçlığım da çok olmaz diye düşünüyorum. Adalar'a gitme planımız var toplucana. Belki bir Pazar günü buluşması da yaşayabilirim Cumartesi sonrası. Hepsinden önce YDS'ye gireceğim gerçeği is shakin' me b*tch! Olsun.

Yurt dışından sipariş verdiğim Iphone 5 kulaklıklarım da gelmedi hala. Yaklaşık 1 ay oldu. Önümüzdeki hafta içi gelse bari, ben gitmeden. Önümüzdeki hafta içi sürücü belgemi de alacağım. Artık trafikte resmi bir canavar olabilirim. Hoş, benden olsa olsa kurabiye canavarı olur. Ya da özel birine göre elma kurdu.

Iphone 5 demişken, çok istiyorum Iphone 5'im olmasını. Yani bir ayfonumun olmasını çok istiyorum daha doğrusu. 5S de olur. Çıkınca. Elimde satabileceğim bir Ipod Touch, bir Ipod Nano, bir Notebook var. Tabii bir de 2 adet eski telefon. Bunları elimden çıkarsam epey param olmuş olur. Geri kalanını nasıl hallederim bilmiyorum. Zamanında fotoğraf makineme 2400 lira civarında para vermeseydim düşünebilirdim. Belki.

Bekliyoruz, bakalım. Nabiha dinler misin? O zaman dene bakalım...


"Gotta do something crazy
At least once a day
It's good for you baby
Sugar for the brain."