16 Mart 2013 Cumartesi

Elma Sevgisi

Çarşamba günü Eskişehir'e gitmiştim. Dün akşam döndüm. Bir önceki gidişimden farklıydı bu seferki. Daha özeldi, daha güzeldi. Hatta içim o kadar mutluluk doluydu ki ayrılırken ağlarım herhalde diye düşünürken mutlu bir şekilde döndüm. Sanki "tamam, artık daha güzel olacak her şey" düşüncesi vardı içimde, hala daha var.

Birilerinin nazarı değmesin diye kimseye anlatamadığım duygularım var Blog. Belki çevremdeki çoğu kişiye söyleyebileceğim bir durumu, kimsenin gözü kalmasın, bazı kişilerin de kalbi kırılmasın diye söylemiyorum, söyleyemiyorum. Rahatsız da değilim aslında. Böyle daha mutluyum. Önceki durumumu söyledim de ne oldu? Güya onu da saklamaya çalışıyordum.

Velhasıl, söylemiyorum, soranlara da "belki" anlatıyorum. Bilmesi gereken 2-3 kişi çevremde sürekli iletişim içinde olduğum. Onlar da biliyor zaten. Diğerlerine şimdilik söylemeyi düşünmüyorum. Özel hayatımı bilmek isteyen, kendini hissettirecek kadar ilgilenmeli benimle.

Şu kelimeyi kullanmak istemiyorum aslında; ama duygularımı özetleyen başka kelimem yok: mutluyum... İçimde huzur var, heyecan var, bir şeyleri başarma isteği var. Bunlar yoktu mesela bir süre öncesine kadar. Eksikliğini bildiğim şeye bağlıyordum. Haklıymışım.

Yine de büyük konuşmak istemiyorum. Ya da her şeyi o konuya bağlamak istemiyorum; ama hayatınızda biri olduğunda baktığınız pencere arka sokağa açılmıyor, aksine kocaman güzel bir bahçeye açılıyor. Bazen havası kapalı olan, bazen güneşli olan; ama hep yeşil kalan bir bahçeye...

Dipnot: Sevgili Blog'um, sen de bilmesi gerekenlerden olduğun için yazdım. Zaten seni takip eden biri de muhtemelen bilmesi gereken biridir.

Dipnot 2: Eski sevgililerimin hangisi acaba sevgili Blog'umu inceledi doğru düzgün diye düşünmüşümdür hep.

Dipnot 3: Bir önceki yazımda bulunan pasta tarifini yakın bir zamanda tekrar uygulamalıyım. Mesela Pazartesi? Tamam.

Dipnot 4: Türkiye'deki en çok sevdiğim şehir kesinlikle Eskişehir. Daha sonrasında memleketim Erzurum ve ikinci memleketim Trabzon geliyor.

Hop! Kaçtım ben!

7 Mart 2013 Perşembe

Mozaik Pasta Tarifi

 
Mozaik pastayı gözümde çok büyütmüşüm. Bunun, akşam mutfakta ufak bir çaba sonucunda vardığım gerçekle, büyük bir hata olduğunu anladığımı söyleyebilirim. Oysa ki yumurta kırmak ya da menemen yapmak gibi bir şeymiş. Neden beklemişim acaba yıllar boyunca?.. Yıllar boyunca dediğim de 3-4 yıldır en fazla hani.

1-2 siteden derlediğim bir sonuç üzerine egzotik bir tarif çıktı ortaya. Ki şöyle oluyor liste halinde vermek gerekir ise:

Mozaik Pasta için Malzemeler:

  • 450 gram petibör bisküvi (2.5 paket oluyor bu bebeğim)
  • 2 su bardağı süt
  • 4 yemek kaşığı kakao
  • 7.5 yemek kaşığı şeker
  • 3.5 yemek kaşığı margarin
  • 1 su bardağı ceviz veya fındık (isteğe bağlı - ben hiç koymadım, sevmiyorum sert şeyleri pastalarda)
Yapılışı:

  • Şöyle yaptım ben: Derin bir tencerede, orta boy bir tencere de olabilir, 3.5 yemek kaşığı yağı erittim. Sonra 2 su bardağı sütü ve 7.5 yemek kaşığı şekeri de katıp bir güzel karıştırdım. Epey fokurdayana kadar karıştırdıktan sonra 4 yemek kaşığı kakaoyu da ekledim. Kakao topaklarının tamamen giderilinceye kadar karıştırdım kısık ateşte. Tabii bu işlemleri yapmadan önce 2.5 paket püskevitleri orta boy kare şeklinde olacak şekilde geniş bir kaba kırmıştım. Hafif seyrek kıvamdaki karışımı, püskevit kırıntılarının olduğu kaba yavaş yavaş gezdirerek döktüm. Yarısını dökünce karıştırdım, sonra diğer yarısını da döktüm kakaolu karışımın ve tamamen karıştırdım. Tüm püskevitler kakaolanıncaya kadar karıştırdım. Adeta çırptım çırptım karıştırdım, kendimi onunla yarıştırdım! Ve önceden hazırladığım kek kalıbının içine, ki bu kek kalıbının içine buzdolabı poşeti koymuştum çıkarması kolay olsun diye, bir güzel bastırarak döktüm karışımı. Bastırarak koymakta fayda var. Çünkü daha sonra kalıptan çıkarıp, ayrı bir kaba koyacağımız için üst kısmının kötü olmasını istemeyiz bebeğim. Öhöm. Daha sonra kabı da sıyırdıktan sonra, kenarlardan çıkan poşeti de üst kısmını kapatacak şekilde kullanıp, kalıbı pencerenin kenarına koydum. Bu arada ben dikdörtgen şeklinde bir kek kalıbı kullandım. Daha rahat oldu. Epey bir oda sıcaklığına dönünce; alıp buzluğa koydum. 1-2 saat sonra çıkardığımda servise hazır harika bir mozaik pasta olmuştu. E yedim, afiyetle. Evdekiler de nasiplendi tabii. Malum, şeker insanları mutlu ediyor.


Yıllarca beklememe gerek yokmuş. Meğersem çok basitmiş ve yapılıp bir dilimle kahvemizin yanına harika gidebilirmiş. Çok güzel oldu. Benden daha tatlı olduğu konusunda şüphelerim olsa da bir dilim daha yememek için hiçbir engelim yok.

Oh. Yarasın.

dipnot: Yemeden önce fotoğrafını çektiğim doğrudur. 15-20 kez poz aldığımı varsayıyorum. 

3 Mart 2013 Pazar

RT(!) Edilemeyen Blog

Bu yazı'm tamamen diğer bir blogdaşımın bana yolladığı mim için yazılmadı elbette. Buna ek olarak bir dikkat çekme, böyle farkındalık yaratma falan; güzel, uzun, kıymetli yazılar yazanları gazlama; efendime söyleyeyim işte özetle "yazma" duygusunun hala yaşıyor olduğunu gösterme nedeniyle de yazıldı diyebilirim.

Yazmak benim nazarımda hep böyle duygularımı özgürce savurma olarak yer edinmiştir kendine. Kaç gece bilirim, kimseyle paylaşamadığım duygularımı gelip yazmıştır Blog'uma. Belki çoğu yazılarımı o anki sinirle yayınlamadan silmiş olabilirim; ama olabildiğince burada tutmaya çalıştığıma inanıyorum. Aslında Blog deyince benimki biraz daha günlüğe dönüyor. Bilmiyorum. Sonuçta buradayım ve en az 6 senedir yazıyorum. Ne yazık ki sadece son 4 senedir yazdıklarımı koruyabildim.

Arkadaşımın yakındığı şeylere sonuna kadar katılıyorum. Özellikle Twitter konusunda. Kendisinin de dediği gibi 140 karakter YETMİYOR. Yetmeyecek de. İsterlerse 280 yapsınlar ya da koca bir Blog oluştursunlar yine yetmeyecek. Neden? Çünkü Twitter artık baştan sona egosal hareketlerine ayak uydurmaya çalışan ve yalnızlığını bastırmaya çalışan insanlarla dolu. Hiç böyle bünyedeki kişilerden duygularını kelimelere dökmesini bekleyebilir misiniz? Zor. Hele o her akşam popüler etiketler listesinde çıkan #Takipedenitakipederim furyasına kapılanlar için hiçbir şey diyemiyorum. Ben pek ilgilenmiyorum artık Twitter hesabımla. Zaten son 2-3 aydır, bilmem kaç kere, açıp kapattım. Facebook için fazla kötü sözüm yok. Oraya da fazla bakmıyorum aslında. Çoğu fotoğrafımı kaldırdım. Olabildiğince sade hale getirdim. Son aylarda pek bir şey de paylaşmıyorum. Paylaşasım gelmiyor.

Ben yıllardır TV de izlemiyorum mesela. Neden izleyeyim ki? Haberleri açsam, siyasiler birbirine sataşıyor çocuk gibi, kıyamet kopmuş gibi yansıtılan ölüm sonuçlu kazalar her kanalda saatlerce yayınlanıyor, diziler saçma bir drama şeklinde devam ediyor. Eğlence programlarının ne halt ettiği belli değil... Facebook da kısmen bu şekilde benim gözümde. Listemde her türden insan kişisi mevcut. Ve çoğu kendi düşüncelerini savunan şeyler paylaşıyorlar. Neden Facebook'umda durup, onların hayat savaşlarının ne denli çamura dönüşmüş olduğunu izleyeyim ki?

Beni bir tek Blog'um memnun ediyor. Başka hiçbir şey değil. Çok mutlu olduğum anlarda da gelip yazmaya çalışıyorum mesela. Yine de çoğunlukla o zamanlar yazmak gelmiyor içimden. Birkaç batıl inancım da var bu konuda. Bilemedim...

Velhasıl, yazmak güzel şey. En az okumak kadar güzel. Son aylarda evde fazlaca kaldığım için okuma konusunda epey hızlandım. Bir yandan da rutin şekilde yazıyorum. Yazmazsam sanki bir gün patlayacakmışım gibi geliyor. Bir nevi terapi denebilir benim için...

İçinizdeki daktiloyu dışarı püskürtmeniz dileğiyle...

dipnot: Mim'i bir yere fırlatmam gerekiyordu yanlış hatırlamıyorsam; ama bilemedim kime atsam... Çünkü çok kendimleyim gibi Blog'umda.