Bu yazı'm tamamen diğer bir blogdaşımın bana yolladığı mim için yazılmadı elbette. Buna ek olarak bir dikkat çekme, böyle farkındalık yaratma falan; güzel, uzun, kıymetli yazılar yazanları gazlama; efendime söyleyeyim işte özetle "yazma" duygusunun hala yaşıyor olduğunu gösterme nedeniyle de yazıldı diyebilirim.
Yazmak benim nazarımda hep böyle duygularımı özgürce savurma olarak yer edinmiştir kendine. Kaç gece bilirim, kimseyle paylaşamadığım duygularımı gelip yazmıştır Blog'uma. Belki çoğu yazılarımı o anki sinirle yayınlamadan silmiş olabilirim; ama olabildiğince burada tutmaya çalıştığıma inanıyorum. Aslında Blog deyince benimki biraz daha günlüğe dönüyor. Bilmiyorum. Sonuçta buradayım ve en az 6 senedir yazıyorum. Ne yazık ki sadece son 4 senedir yazdıklarımı koruyabildim.
Arkadaşımın yakındığı şeylere sonuna kadar katılıyorum. Özellikle Twitter konusunda. Kendisinin de dediği gibi 140 karakter YETMİYOR. Yetmeyecek de. İsterlerse 280 yapsınlar ya da koca bir Blog oluştursunlar yine yetmeyecek. Neden? Çünkü Twitter artık baştan sona egosal hareketlerine ayak uydurmaya çalışan ve yalnızlığını bastırmaya çalışan insanlarla dolu. Hiç böyle bünyedeki kişilerden duygularını kelimelere dökmesini bekleyebilir misiniz? Zor. Hele o her akşam popüler etiketler listesinde çıkan #Takipedenitakipederim furyasına kapılanlar için hiçbir şey diyemiyorum. Ben pek ilgilenmiyorum artık Twitter hesabımla. Zaten son 2-3 aydır, bilmem kaç kere, açıp kapattım. Facebook için fazla kötü sözüm yok. Oraya da fazla bakmıyorum aslında. Çoğu fotoğrafımı kaldırdım. Olabildiğince sade hale getirdim. Son aylarda pek bir şey de paylaşmıyorum. Paylaşasım gelmiyor.
Ben yıllardır TV de izlemiyorum mesela. Neden izleyeyim ki? Haberleri açsam, siyasiler birbirine sataşıyor çocuk gibi, kıyamet kopmuş gibi yansıtılan ölüm sonuçlu kazalar her kanalda saatlerce yayınlanıyor, diziler saçma bir drama şeklinde devam ediyor. Eğlence programlarının ne halt ettiği belli değil... Facebook da kısmen bu şekilde benim gözümde. Listemde her türden insan kişisi mevcut. Ve çoğu kendi düşüncelerini savunan şeyler paylaşıyorlar. Neden Facebook'umda durup, onların hayat savaşlarının ne denli çamura dönüşmüş olduğunu izleyeyim ki?
Beni bir tek Blog'um memnun ediyor. Başka hiçbir şey değil. Çok mutlu olduğum anlarda da gelip yazmaya çalışıyorum mesela. Yine de çoğunlukla o zamanlar yazmak gelmiyor içimden. Birkaç batıl inancım da var bu konuda. Bilemedim...
Velhasıl, yazmak güzel şey. En az okumak kadar güzel. Son aylarda evde fazlaca kaldığım için okuma konusunda epey hızlandım. Bir yandan da rutin şekilde yazıyorum. Yazmazsam sanki bir gün patlayacakmışım gibi geliyor. Bir nevi terapi denebilir benim için...
İçinizdeki daktiloyu dışarı püskürtmeniz dileğiyle...
dipnot: Mim'i bir yere fırlatmam gerekiyordu yanlış hatırlamıyorsam; ama bilemedim kime atsam... Çünkü çok kendimleyim gibi Blog'umda.
3 Mart 2013 Pazar
25 Şubat 2013 Pazartesi
Ruhum Mu Olgun?
Ne zaman kaybettim içimdeki çocuğu diye düşünüyorum şu Pazartesi sabahı... Kimdi katili diye düşünüyorum mesela. Neden insanlara güvenemiyorum diye düşünüyorum. Acaba neden eskisi gibi hayal kuramadığımı, kimseye ısınamadığımı, aynı şekilde sonuçlanacağına inandığım şeylere adım atamadığımı düşünüyorum. Neden 75 yaşındaki birinin baktığı gibi bakıyorum ilişkilere? 75 yaşındaki biri nasıl bakıyor, diye düşündürüyor bu cümlem de. 75 yaşında ve yalnız olduğunuzu, sevgi ve aşk için hiç umudunuzun kalmadığını, biriyle bir araya gelip yeni bir hayat kurma konusunda isteksiz ve geç kalmış olduğunuzu düşünseniz 1-2 saniyeliğine. Benimki de bu hesap işte. Olmuyor demek ki yapamıyorum. Bir şeyleri eksik olarak görüyorum sürekli insanlara güvenme mevzusunda. Kırılıyor artık inancım kolayca, eskisi gibi değilim, o 6-7 sene önceki Arif yok. Tanıştığı, konuştuğu insanlar ona fazlasını öğrettiler bugüne kadar. Kimseye güvenilmemesi gerektiğini öğrettiler. Oysaki yol gözleyen biriydim ben, ne kadar da saftım. Hala daha safım aslında. Bu da benim kendi kalkanım galiba, uzak tutmaya çalışıyorum kendimi bir şekilde.
Dün gece eniştemde 5-10dk'lık bir muhabbete girdik. Bana 1-2 sene içinde Avrupa'daki mühendislerin Türkiye'ye geleceğini ve haliyle de buradaki firmaların "yerli" mühendislere rağbet göstermeyeceğini söyledi. En kısa zamanda askerliğimi yapıp tecrübelenmem gerektiğini söyledi. Ona da aynı cümleleri kurdum daha önce konuştuklarıma olduğu gibi. İnsan yaşadığı ülkede mutlu olma ihtimali varken mutsuz bir vatandaş olarak yaşayabilir mi acaba? Ben de yaşamak istemiyorum zaten. Onun dışında da sorunlarım var. Bunların arasında sağlıklı düşünüp kendim için bir şeyler yapmaya çabalıyorum her gün. Epey efor sarfettiğimi kimsenin anlamayışı da bonus sıkıntı olarak geliyor dünyama. Beklemiyorum insanlardan bir şey artık. Sanırım böyle kendi alıştığım yalnızlığımla hayatımı sürdürmeye çalışmam en doğrusu herkes için...
Yeğenlerimle vakit geçirdim dün. 5 aylık yeğenimin ufacık bir gülümsemesinin verdiği huzuru hiçbir şey vermiyormuş. 1 tane dayıları var. Belki bir gün o da olmayacak. Bazen geri dönüp aileme bakınca, kendime bakınca, kısaca sahip olduğum her şeye bakınca, ne kadar şükür dolu olmam gerektiğini düşünüyorum. Genelde öyleyim de zaten; ama hayatımdaki 1-2 çıkmaz var ki çözülse her şey kolaylaşacak. Çözülmüyor ne yazık ki bir türlü...
İstanbul kapalı bugün.
Dün gece eniştemde 5-10dk'lık bir muhabbete girdik. Bana 1-2 sene içinde Avrupa'daki mühendislerin Türkiye'ye geleceğini ve haliyle de buradaki firmaların "yerli" mühendislere rağbet göstermeyeceğini söyledi. En kısa zamanda askerliğimi yapıp tecrübelenmem gerektiğini söyledi. Ona da aynı cümleleri kurdum daha önce konuştuklarıma olduğu gibi. İnsan yaşadığı ülkede mutlu olma ihtimali varken mutsuz bir vatandaş olarak yaşayabilir mi acaba? Ben de yaşamak istemiyorum zaten. Onun dışında da sorunlarım var. Bunların arasında sağlıklı düşünüp kendim için bir şeyler yapmaya çabalıyorum her gün. Epey efor sarfettiğimi kimsenin anlamayışı da bonus sıkıntı olarak geliyor dünyama. Beklemiyorum insanlardan bir şey artık. Sanırım böyle kendi alıştığım yalnızlığımla hayatımı sürdürmeye çalışmam en doğrusu herkes için...
Yeğenlerimle vakit geçirdim dün. 5 aylık yeğenimin ufacık bir gülümsemesinin verdiği huzuru hiçbir şey vermiyormuş. 1 tane dayıları var. Belki bir gün o da olmayacak. Bazen geri dönüp aileme bakınca, kendime bakınca, kısaca sahip olduğum her şeye bakınca, ne kadar şükür dolu olmam gerektiğini düşünüyorum. Genelde öyleyim de zaten; ama hayatımdaki 1-2 çıkmaz var ki çözülse her şey kolaylaşacak. Çözülmüyor ne yazık ki bir türlü...
İstanbul kapalı bugün.
19 Şubat 2013 Salı
Gelecekten Bir Hayal
Elime mikrofonu aldığımı hayal edelim. Kocaman bir sahada olduğumuzu, büyük bir sahnenin önünde en az 600 bin kişinin beni dinlediğini ve benim olabildiğince mutlu bir ruh haliyle şarkı söylediğimi hayal edelim. Öyle ki herkes mutlu ve enerji dolu olsun. 45 dakikanın sonunda ben sahneden ayrılayım ve sahneyi David Guetta'ya bırakayım.
Sonra eve gideyim; ama öncesinde küçük bir partiye katılmam gerekli. Saat 10:00'da konseri bitirip; gece yarısı olacak parti için hazırlanıp kendime gelmem lazım tabii. Sevgilim yanımda olacağı için o anda; duş alıp yemek yeme faslına da onunla geçeceğim elbette. Ne yesek diye düşünürken, onun gözümün içine bakıp "hamburger?" demesini bekleyeceğim ve aldığım cevaba muzip bir şekilde "peki" diyeceğim ve McDonald's'ın yolunu tutacağız.
Partide epeyce eğlendikten sonra ertesi güne yorgun uyanacağımızı bilsek de eve gidip mutlu bir şekilde yatacağız.
İşten saat 5:30'da çıkıp eve gitmek için sabırsızlanacağım. Akşam 7'de ancak eve girebilmiş; duş almış ve yemek hazırlamak için sevgilimle mutfağa geçeceğim. Belki hazır yemek yeyip TV başında dinlenmek yerine, onunla mutfakta 2 saat boyunca yemek hazırlamak daha eğlenceli gelecektir. Çünkü onunla yorulmak bile bazen eğlenceli olacaktır.
Yemeğimizi yedikten sonra yorgunluğumuz bir anda gelecektir muhtemelen. Biraz gün içinde olanlardan, gelecek planlarından bahsedeceğiz ve ertesi sabah çok erkenden kalkacağımızı bilsek de mutlu bir şekilde yatacağız.
Ne güzel bitirdim iki hikayemi de değil mi? Ben sadece o sonu istiyorum. Şimdi sahip değilim. Olacağına inanıyorum. Ve bir gün elde edeceğimi bilerek sabırla bekliyorum. Şimdilik tek ihtiyacım sabır ve beni teşvik edecek biri, o kadar.
O zamana kadar da buralardayım...
Sonra eve gideyim; ama öncesinde küçük bir partiye katılmam gerekli. Saat 10:00'da konseri bitirip; gece yarısı olacak parti için hazırlanıp kendime gelmem lazım tabii. Sevgilim yanımda olacağı için o anda; duş alıp yemek yeme faslına da onunla geçeceğim elbette. Ne yesek diye düşünürken, onun gözümün içine bakıp "hamburger?" demesini bekleyeceğim ve aldığım cevaba muzip bir şekilde "peki" diyeceğim ve McDonald's'ın yolunu tutacağız.
Partide epeyce eğlendikten sonra ertesi güne yorgun uyanacağımızı bilsek de eve gidip mutlu bir şekilde yatacağız.
- Ya da -
İşten saat 5:30'da çıkıp eve gitmek için sabırsızlanacağım. Akşam 7'de ancak eve girebilmiş; duş almış ve yemek hazırlamak için sevgilimle mutfağa geçeceğim. Belki hazır yemek yeyip TV başında dinlenmek yerine, onunla mutfakta 2 saat boyunca yemek hazırlamak daha eğlenceli gelecektir. Çünkü onunla yorulmak bile bazen eğlenceli olacaktır.
Yemeğimizi yedikten sonra yorgunluğumuz bir anda gelecektir muhtemelen. Biraz gün içinde olanlardan, gelecek planlarından bahsedeceğiz ve ertesi sabah çok erkenden kalkacağımızı bilsek de mutlu bir şekilde yatacağız.
Ne güzel bitirdim iki hikayemi de değil mi? Ben sadece o sonu istiyorum. Şimdi sahip değilim. Olacağına inanıyorum. Ve bir gün elde edeceğimi bilerek sabırla bekliyorum. Şimdilik tek ihtiyacım sabır ve beni teşvik edecek biri, o kadar.
O zamana kadar da buralardayım...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)