14 Şubat 2013 Perşembe

Valentine's Day: Yani?


Ben 24. senemi yaşıyorum bünye olarak; ama hiçbir zaman "sözde" bile olsa 14 Şubat'ı dolu geçirememiştim. Kışları nedense yalnız kaldım hep. Yazları çok ateşli geçti. Baharda koşuşturmalar oldu gönüllerde hep, herkesin... Bir türlü kışa denk gelemedik. Bir de ben zor severim; ama seversem de zor koparım. O yüzden korkarım ilişkilerden yana hep. Bilmiyorum, bu konularda fazla bahsetmemeye çalışıyorum Blog'umda. Yine de bir 14 Şubat, bir ben ve "şimdilik" "kısmen platonik" bir kişi var. Mutluyuz. Şerefe!

Blog'uma 1 şey ekledim. Sağ üst köşelerine doğru. PSY'ı destekliyorum Blog'umda. Adam o güzelim şarkıyla YouTube'u rakamlarla, dünyayı da o ilginç dansıyla yakıp geçti. Ve hala daha geçiyor. Şu anda baktım mesela, 1,316,713,705 kez izlenmiş Gangnam Style şarkısı. Bana kalırsa bir 50 yıl boyunca bu rekoru kimse kıramaz. Zira yanlışlıkla gelenleri saymasak bile, tekrar tekrar izleyenler, "aa acaba hangi video en çok izlenmiş de ödül almış" diyerek gelenleri de sayarsak, sürekli artacaktır. O yüzden Koreli sanatçımızı destekliyoruz... Bu arada o hareketli gif resmini bulup uygun hale getirene kadar uğraştım bir süre. İsteyen alıp kullanabilir.

Bilgisayarımdaki deliliğimden bahsedeyim biraz da. Google ürünlerine feci sarmaya başladım. Mesela Google'ın desteğiyle oluşmuş LG Nexus 4 diye bir telefon var. Öyle böyle değil, çok şeker. Her ne kadar Iphone sahibi olmak istesem de, o cihazı, içindeki Android ve Google büyüsüyle çevrilmiş olması, bütün düşüncelerimi alt üst ediyor. Öte yandan geçenlerde dosyalarımı web ortamında yedeklemek için Google Drive'ı kullandım. Ki hala yedeklenmeye devam eden fotoğraflarım var Skydrive hesaplarım aracılığıyla. En sağlamları ve güvenilirleri onalr diye düşündüm. Diğer depolama alanları bir gün yok olacaklarmış gibi geliyor bana. Yedekleme nedenim ise, fotoğraflarımı kaybetmekten korkuyor oluşum. Harddiskim ve bilgisayarımda yedekli haldeler; ama yine de güvenemiyorum. Web'de dursunlar. Bunun dışında Google Chrome kullanıyorum 1 yıldır yaklaşık. Son haftalarda ise, Google Chrome'un Developer sürümünü kullanır oldum. Herkesten daha önde bir versiyon kullanmış oluyorum yani. Bilgisayarımda ayrıca Canary sürümü de mevcut. Ve son 2 gündür Google Chrome OS'a merak saldım. Hayır bu Google duyguları nereden geliyor bilemiyorum; yine de hepsinden öte Google Nexus 4 diyorum.

Outlook 2013 kullanıyorum yaklaşık 1 aydır maillerim için. Eskiden Live Mssenger'ı ve Gtalk'u açık tutardım sırf mail uyarıları için. Sonra Skype ile birleşince MSN, Trillian programına yöneldim. Sonra da nefret ettim messenger yazılımlarından ve kullanmıyorum. Yazışmıyorum zaten kimseyle. Facebook Chat yeteri kadar işimi görüyor. Telefondaki Whatsapp'de aynı şekilde.

Twitter hesabımı kapattım. Facebook'da zaman geçirmiyorum eskisi gibi. Blog'uma yazıyorum arada, onun dışında müzik-film amaçlı bilgisayar başına geçiyorum. Bu halimi seviyorum ve devamının da gelmesini temenni ediyorum. TV'den uzaklaştığım gibi bilgisayardan da uzaklaşacağıma inanıyorum.

Hayat çok değişik geçiyor son 1 aydır. "Değişik" kısmı da artık bu yazıyı okuyanların hayal dünyasıyla biçimlensin...

Dipnot: It's Arif, b*tch!

Dipnot 2: Burcu Güneş'in albümü çıktı bugün. Video klibi de hemen yazımın üstünde. Bence dinleyin, dinletin, satın alın, sevgilinize sarılın sımsıkı, sabaha kadar hem de. Korkmayın ezilmez. Aferin. Öptüm. Ciao!

10 Şubat 2013 Pazar

Sorunsal Sorunlar


Aslında çok haklı birçok yazı, hatta birçok çizilmiş resim, çekilmiş fotoğraf çok haklı... Mutluluk ve huzur kavramlarının hislerden farklı olarak ifade edilemeyişi çok doğru. Ne bir yazıya bir şiire, ne de bir görüntüye aktarılabiliyor. Sadece yansıtılmış oluyorlar. Ayna gibi yani. Yetmiyor... Yazılmış şeyler, çekilmiş görüntüler yetmiyor... Dokunmak, sıcaklığını hissetmek istiyor beden. Ancak öyle anlıyor mutlu ve huzurlu olduğunu. Yansımalar avutuyor bir süre, sonra tekrar arzuluyor beden o sıcaklığı. Ya mühür vuruyorsunuz duygularınıza; ya da yaşıyorsunuz her şeyi korkusuzca. Tabii yaşayabiliyorsanız...

Çok kelimem var şu Blog'da. Öyle çok ki... Biri oturup günlerini verse sayfalarca yazdıklarımı okumaya, acaba anlayabilir miydi neler hissettiğimi, merak ediyorum. Anlaması bana yeter miydi şu saatten sonra? Yoksa öylesine; okudum, güzel yazmışsın, deyip geçmesi yeterdi "tamam, sen de okumuşsun diğerleri gibi" dememe? Bilmiyorum...

Evet, yine karışık bir zamanımdayım. Çoğu sefer olduğu gibi aslında. Çok yormayacağını düşünüyorum bu ruh halimin. Geçeceğini hepimiz biliyoruz. Çünkü biliyoruz ki çok güzel boşverebiliyorum; biliyoruz ki çok güzel erteleyebiliyorum; biliyoruz ki bir anda güzelce vazgeçebiliyorum. Biliyoruz ki korkuyorum.
Çok sevmekten korkuyorum mesela, kapılıp gitmekten korkuyorum. Yine aynı hataları yapmaktan, kullanılmış gibi hissetmekten korkuyorum. Hak etmediğim şeyleri tekrar tekrar yaşamaktan korkuyorum. Bunların bana tarifi mümkün olmayan bir acı vermesini bilmeme rağmen, üzerime çekmekten yakınıyorum. Ve vazgeçmelerimin çok kolay olmasından dem vuruyorum bir çok zaman içimde; ama yine de üstüne gidemiyorum.

Her geçen günün verdiği "ne yapacağım ben" sorusunun ağırlığıyla yaşıyorum. Su içerken, yemek yerken, birini özlerken, film izlerken, mail yazarken... günümün her bir saniyesinde derinden hissediyorum. Bazen bu kadar şey görüp yaşamış olmamın garip ağırlığında eziliyorum. Bazen isyan eder gibi oluyorum çektiğim yükten dolayı. Bazen susuyorum; hatta çoğu zaman susuyorum. En suskun halimde buraya geliyorum. Biraz kusuyorum içimdekileri, rahatlıyorum belki, sonra normal hayatıma dönüyorum.

Özlediğim duyguları yaşıyorum şu sıralar. Düşündükçe gözlerime yaşlar doluyor. Özlem duygumu kontrol edemiyorum. Etrafıma çektiğim kalın duvarları ellerimle yıkıyorum. Adeta elime bir sopa veriliyor "hadi Arif, bunu yapabilirsin kendin için, benim için, ikimiz için" der gibi. O zaman daha da ağlayacak gibi oluyorum. Sonra susuyorum. Kabuğuma çekiliyorum. Kimsenin bana dokunamamasına, ulaşamamasına neden oluyorum. Oysaki bilseler o zamanlarımda aslında daha da hassas olduğumu daha kolay ulaşılır olduğumu... Vazgeçer miydiler sence Blog? Sahi Blog, vazgeçmeyi neden diğer insanlar gibi algılayamıyorum ben? Neden vazgeçmek deyince hep karşımdaki insanların iyiliği geliyor aklıma, kırmamak üzmemek için bırakıp gidişlerim geliyor aklıma? Neden ben de kendi menfaatlerim için bırakıp gidemiyorum bir gün olsun?

Vazgeçmek istemiyorum artık Blog. Artık vazgeçmek istemiyorum... Bana yardımcı ol, olur mu?..

Çünkü çok ihtiyacım var her şeye...

29 Ocak 2013 Salı

O, Ben ve Diğerleri


O...
Ne zaman kendini sevdirdin diye düşündüren,
Varlığınla, yokluğunu belli ettiren,
Bazen üzdüğümde yürek acısını hissettiren,
O... ne gidebildiğim ne de kalabildiğim...


Aldığım nefesi, geri verirken bile korkuyorum bazen. Acaba nefesimi kim çekecek diye korkuyorum. Başka biri benim nefesimin izlerini en iğrenç birinin dudaklarında sezerse diye korkuyorum. Hatta korkuyorum... bir başkasının nefesini almaktan korkuyorum...

Korkularımın üzerine gidemeyişimden ben de en az herkes kadar yakınıyorum. Hatta fazlasını yapıyorum, kaçıyorum. Hani kaçan kovalanır ya, o misal, hep sevmişimdir kaçmayı, en iyi yaptığım şey hatta. Aşık usandırmamaya çalışıyorum bu tip durumlarda. İnsaflıyım yeteri kadar, hak edilen kadar belki de.

Ucunda kesin bir ışık olmayan her şeyden uzaklaşıyorum mesela, kaçıyorsam bunun korkusundan kaçıyorumdur. Sonra susuyorumdur. Sessizliğe gömülüyorumdur. Geçen akşam attığım tweetteki gibi yaşıyorumdur hayatımı genelde:
Ben...
Önünde setler olan bir nehir,
Geçmişinde masallara konu olmuş bir vezir,
Geleceğe korkuyla yaklaşan bir ışık,
Ben... kurulası hayallere adanmış bir esir...


Kolay mı acaba buralardan o kadar rahat bir şekilde çekip gitmek diye düşünüyorum. Mutsuz olduğum konuları duyuramamanın verdiği ağırlığı da yanımda götüreceğimi bile bile, hala daha gitmek istemekle doğru mu yapıyorum diye düşünüyorum. Elimden gelenleri bilememenin verdiği baskıyla, aslında elimden gelmeyenlerin verdiği acı gerçeklerle savaştığım şu günleri düşünüyorum. Maddi fakirliğin, manevi zenginlikle cebelleştiği bir hayatın en uç noktasında umutlarıma nefes vermekle boğuşuyorum neredeyse her gün. Anlaşılamamanın verdiği duyguyla, yalnızlığın asla bırakmadığı bir bedenle, küçük parıltılarla, sanki spot ışıkları altında dans ediyormuşçasına yaşadığım bir dünyayı kendime ev olarak tanımakla yetiniyorum. Ve yoruluyorum. Sadece, tek yapabildiğimi yapıyorum... yoruluyorum.

Diğerleri...
Hayatımı yaşama şeklimi belirleyen,
Varlıklarıyla korkutan,
Baskılarıyla cehennemi andıran,
Diğerleri... söküp atamadığım kanser gibi...