9 Kasım 2012 Cuma

Sevgilisiz Sonbahar

Bir süredir hareketli şarkılar için ne yapsam derken Christina'nın albümünün nette gezdiğini gördüm ve dinledim tek tek. O yüzden şu şarkıyla giriş yapmak en mantıklısı:


En sevdiğim şarkılarından biri oldu Christina Aguilera için. Sanırım bir süre şarkılarını dinleyeceğim...

Blog, sana yazmak istediğim o kadar çok şey var ki. Bazen diyorum bütün her şeyimi yazayım buraya. Sonra düşünüyorum o kadar özelimi paylaşmasam nasıl olur acaba? Neyse, yakın zamanlarda yaşadığım "date"ler için konuşmak gerekirse, tamamen birer zaman kaybılarmış. İnsanların aynı anda birkaç kişiyle flört edebiliyor olmasına ne demem gerektiğini bilmiyorum bile. Sessizce uzaklaşıyorum kendimi güvende hissetmediğim durumlarda. Son ilişkim de aynı şekilde bir zaman kaybı imiş. Bana bir şey katmamış. Aksine gördüğüm kadarıyla ben yığınla bakış açısı vermişim. Bir ilişkiden sürekli bir şeyler beklemek yanlış. Beklemiyorum da zaten; ama verdiğim şeyi almayı istiyorum ben. O dengeyi kaybettiğimiz sürece mutsuzluk hep kapıda olur. O zaman da birlikteliğin bir anlamı olmaz. Birini hayatıma alacaksam hayatımı daha fazla hüzünle doldurmamalı o kişi. Mutluluk katmalı bana, inanç katmalı, birine güvenmenin verdiği huzuru hissettirmeli. Aynı şekilde ben de dönüş yapmalıyım. Bazen fazlasını yaptığımı da düşünüyorum. Bilmiyorum. Son zamanlarda edindiğim tecrübeler bana daha da başka şeyleri düşündürdü. Değişime açık olmam gerekiyor. Değişime hazır olmalıyım artık. Korkmamalıyım. Öyle olmalıymışım yani. Düne kadar hayatıma biri alsam daha iyi olur diye düşünüyordum. Yanılmışım demek istemiyorum. Hala daha istekliyim o konuda. Hatta dün gece çok fazla duygusal bir hale büründüm. Kimseye bir kötülüğüm olmamasına rağmen, güzel şeyleri hak ettiğime inanmama rağmen, "azınlıktaki" insanlardan olduğumu bilmeme rağmen hala yalnız oluşum beni üzüyor. Sanırım daha zamanı var. Hep böyle dedim yine diyorum; sanırım daha zamanı var... Bekliyorum o yüzden.

Dün gece birinin bana dediği şeyi uyguluyorum. Buraya yazmamalıyım; herkes bilmemeli bence. Yoksa herkes yalnız kalmaya çalışır...

Bir de Gökhan var. O bana sarılmak ve öpüşmekle ilgili birkaç düşüncesini anlattı. Platonik sahneleri oluşturdu kafamda. Sanırım artık cidden kimseye ihtiyacım kalmadı. Bugün saat 3 gibi o sahneleri kafamda uygulamaya koyulacağım. Başarılı olursam eğer çok uzun bir süre idare edebilirim.

Yine de bil ki Blog, çok yoruldum insanlara değer vermeye çalışmaktan, anlamaya çalışmaktan. Birazcık homo sapiens edalarını koruyabilseler keşke karşıma çıkanlar, ben de üzülerek ayrılmasam sahnelerden her defasında...

4 Kasım 2012 Pazar

Kasım'da A*K?

* Ne oldu? Ne değişti yani? İstediğin bu muydu? Böyle bir şey miydi?

* Vazgeçmeyeceksin değil mi hiç? Hiç ama? Bir sefer olsun tamamen uzak kalamayacaksın, değil mi? İlla olacak bir şekilde, değil mi?

* Ne zamana kadar peki? Nereye kadar yani?

* Hep en çok sen düşüneceksin, değil mi?

Vazgeçmeliyim bence. Gerçekten. Artık gerçekten vazgeçmeliyim. Bırakmalıyım hepsini kenara, hayata gönderiliş amacım neyse onu bulup o şekilde devam etmeliyim yoluma. Belli ki olmuyor, belli ki beceremiyorum. Belli ki kendimi en güzel kandırdığım şey. Belli ki bir ben takıyorum kafaya bu mevzuyu. Belli ki bir ben kabulleniyorum aslında hepimizin aynı olduğunu. Aksi halde şu anda bu kelimeleri kullanan biri olmazdı burada. Yakınmazdı, belki en az bin kere yakındığı mevzudan.

Vazgeçmeliyim. Olmuyor. Bir yerde bozukluk çıkıyor. Yanlış rollerin içinde debeleniyorum sanırım. Sanırım 20 sene sonrasından gidiyorum bazı konularda. O yüzden oluşuyor bu tip şeyler. 24+20=44 e ölmüşüm ben. Bu saatten sonra sevmeyeyim en iyisi. Zaten hepsinin sonucu aynı. Değiştirmeye çalışsam da çalışmasam da aynı. Vazgeçelim biz Blog. Vazgeçelim sevmekten...

Yığınla derdim var. Var da yazamıyorum şuraya. Anlatıyorum, dinleyenlerim var çok şükür; ama ne fayda?.. Artık anlattıkça rahatlamıyorum. Daha da üzülüyorum, daha da fazla geliyor her şey. Daha çok bunalıyorum. İyimserlik konusunda aslında herkesten daha yüksek seviyelerdeyim; ama bu halim bile fayda vermiyor artık.

Eksik olan şey sevgi diye düşünüyorum bir süredir. Ondan tüm çabalamalarım. Sanırım yağlı bir zeminin üstünde bisiklet kullanıyorum. Boş yere pedalları çeviriyorum. Belki de bisikleti bırakıp biraz dinlenip; sonra da yürümeye çalışmam lazım.

Neyse Blog. Beni bu düşüncelerin hepsinden alıkoyan bir sevgi lazım bana. Beni yığınla düşüncelere iten bir sevgi değil.

dipnot: Bu yazımın fotoğrafı bana ait. Sanırım çektiğim fotoğraflardan yazıma eklediğim ilk fotoğraf.

22 Ekim 2012 Pazartesi

Pazartesi, Oh Pazartesi!

Yalan Dünya'daki Nurhayat gibi "Aellaaahııııaaammm!" şeklinde bir 3-4 gün geçirmekteyim. Merak edilmesin hepsi, her dakikası hatta her saniyesi çok iyimser, çok pozitif, çok renkli ve çok tutkulu(!) olan bir zamanlar silsilesi bahsettiğim.

Mojito içtim. 20-10-2012 Allah sizi inandırsın, içerken fark etmedim de içtikten sonra yine saçma salak bir gülümsemeler, aptal aptal flört edasında konuşmalar dalgasına girince anladım ne kadar etki ettiğini. Zaten şekerli ve buzlu şekilde içilen alkollü içeceklerin etkileri böyle oluyormuş genelde. Güzeldi yani. İlginç bir hafta sonu idi, eğlendim bolca. Fark ettiğim şeyler oldu yine.

Ablamın doğumu var bu haftaki konularım arasında. Henüz ikinci kez dayı olmadım; ama muhtemelen yarın doğurması planlandığı için. Bir adet kız yeğenim daha olacak diye düşünmekteyim. Yani bu hafta dayı olma haftası. *alkış*

19 Ekim'den beri iyimserliğim hakim. Pozitif bir şekilde dolanıyorum; ama Pollyanna modunda değilim bu sefer. Çünkü o hallerim çok "kısa" sürüyor. Ve tamamen geçici/sahte tavırlar içinde. Şimdi iyiyim. Neden böyleyim diye sormuyorum. Çünkü sorasım yok, daha doğrusu sormakla zaman kaybetmek bile istemiyorum. Beklentiye girmiyorum o tarihten beri hiçbir şey için. Hiçbir şey: Beni özel hissettirmeyen, zamanımı çalan, değer verdiğini düşünmediğim, bana bir şey katmayan şeklinde tanımlanabilir. Aksi halde bir büyük hayalim var şu anda. Onu gerçekleştirmeyi hedefliyorum önümüzdeki zaman içerisinde. Bir yandan da rutin planlarım için çalışıyorum. Ha bir işe girip çalışsam daha iyiydi; ama eskisi gibi onun da etkisi altında ezilmiyorum. Yani zorlamıyorum, olursa çalışırım gayet güzel bir şekilde. Askerliğimi tecil ettirdiğim için rahatım bir anlamda. Öyle de denebilir. Bu yazımdan sonra da, 19 Ekim'den de sonra olduğu şekilde, hiçbir zaman, hiçbir şekilde hiçbir türdeki sorunumu birileriyle paylaşmama kararı aldım. Sebepleri ve sonuçları tamamen bende saklı.

Bir de geçenlerde bir mesaj aldım Facebook üzerinden. Bloguma ulaşmış biri, yazdıklarımı okumuş, beğenmiş. Sonra uzunca bir mesaj atmış Facebook profilime ulaşıp. Çok teşekkür ederim kendisine. Mutlu oluyorum ben bu şekilde aldığım mesajlardan dolayı. Çünkü bir yerlerde ben gibi düşünen birilerinin olduğuna inanıyorum; ama böyle seslerini duyduğum zaman inancım daha da pekişiyor.

Pazartesileri bir başlangıçtır. Psikolojik olarak hep bununla uyandık Pazartesi sabahlarına. Hani Pazartesi gününden nefret eden yığınla insan var. Haklılar da; ama bence pozitif başlarsak o şekilde devam edebiliriz. Ne olmuş paranız yoksa? Ne olmuş işiniz boka sardıysa? Ne olmuş lanet olası bir sevgiliniz yoksa? Ne olmuş sınavlarınız kötü geçiyorsa? Ne olmuş arabanızın ciddi bir hasarı var ve size yığınla fatura çıkardıysa? Ne olmuş bir yakınınızı kaybettiyseniz? Ne yapacaksınız? Oturup günlerce yas mı tutacaksınız? Ağlayıp sızlayıp; bir yerlerde kör olana kadar alkol mü içeceksiniz? Kendinizi, o kıymetli yüreğinizi uzak mı tutacaksınız dünyadan? Değer mi geçmişte olup bitmişler için şu anı ısrarla kötü geçirmeye? Değmez. Değmesin.

İyi haftalar bana, sevgili Bloguma ve bana ulaşan herkese!