9 Ekim 2012 Salı

Sonbahar Geldi Değil Mi?

3 gündür farklı geçiyor hayatım. Tekrar kalabalık İstanbul'a doğru gelişim, nasıl bir hedefle girdiğimi düzgünce anlamadığım ÜDS, hayatımdaki tecrübe edindiğim ilk iş görüşmesi... Şimdi her şeyi yaşamış bir insanın sessizliği var içimde. Çok sessiz her şey. Korkuyorum bu sessizlikten. Acaba ölecek miyim? Yoksa gerçekten o zaman geldi mi? Hazır mıyım?.. Aslında dünden razıyım ölüm gibi bir sonuca. Hayattan beklentim yok değil; aksine çok şey bekliyorum. Öyle hedeflerim, planlarım, ideallerim var ki tek tek yazsam bitiremem.   Çok oldukları için seçemiyorum sanırım birine yönelmeyi. Bahanem de hazır.

Severken gurur olmaz, bence. Severken yalan olmaz. Severken ben-sen olmaz, bence; biz olur... Şimdi korkularım daha da artıyor. Biz diyemiyorum artık kimselere. Biz diyenlere güvenemiyorum. Biz deyip şimdi sen bile demeyen kimselerin uzaktan etkisini yaşıyorum. Birileri için "O" olmak zoruma gitmiyor da kendimi bu yere koydurduğum için üzülüyorum. El değmemiş, bozulmamış bir avuç sevgimi harcadığım için üzülüyorum. Anlaşılamadığım, unutulduğum, harcandığım için üzülüyorum. Yine de en büyük korkum bir daha birine seni seviyorum diyemeyecek oluşumdan yana. Duymasına duyarım. Çünkü bugüne kadar herkes öylesine savurdu bana sevgilerini. Ya da yanlış anladılar sevme ifadesini onlar. Ben birine seni seviyorum deyip de uzaklara düştüğümde dünyamın dengesi bozulmuştu. Kolay kolay vazgeçen biri değilim ben. Şimdi kendi yalnızlığımdaysam vazgeçilmiş olduğumdandır.

Sıla'nın yeni albümü çıktı bugün. Şimdiye kadar uzun bir süre Sóley dinleyerek geçti zamanım. Bugün şu şarkıyla bağladım duygusallığa yeniden:
"Niye gidemiyorum biliyor musun
Çünkü emek verdiysen zor
Meydan okuma öyle hemen
Dur neden diye sor
Niye susuyorum anlıyor musun
Çünkü anlattıkça zor
Bükme dudağını hemen otur
O zaman hesabını sor
Çok sevdiğimden değil zor sevdiğimden
İyi günde burdasın dar günde yoksun neden
Güler ömür ağlar ömür
Farkında olmayız geçer ömür
Güler ömür ağlar ömür
Farkında olmayız geçer ömür
Çok sevdiğimden değil zor sevdiğimden
İyi günde burdasın dar günde yoksun neden"



Ne güzel sözleri var. Yaşadıklarımın en güzel ifade edilmiş hallerinden biri bu şarkı. Sözleri çok genel aslında; ama en önemli kısımları almış gibi adeta.

Yarım kalınca üzülüyorum ben. Yarım bırakılınca daha da üzülüyorum. Çaba harcamadığımdan değil; istenmediğim yerde duramıyorum. Neden durayım ki? Yarım kalmış bir halde neden kalayım ki? Emek verince bir şeylere, neden çekip gideyim ki diye düşünüyor insan. Şarkıda da onu diyor...

3 gündür moralim bozuk. Üzgünüm. Suratımda bir saçma salak sonradan yapıştırılmış bir gülümseme, ses tonumda arşivlerden çıkardığım bir normal hal sesi, gözlerimde çöl taklidi var; ama içimde büyük bir sessizlik, korku ve hüzün var. Üzgünüm sadece.

28 Eylül 2012 Cuma

Ne Var Ne Yok?

Mezuniyetimden sonraki hallerim tadımdan yenmez o derece. Ağızda acı ve ekşi bir tat bırakabilir aynı zamanda. Yine de sakin kalmaya ve gülümsemeye çalışıyorum. Bir süredir yazamayışımın nedenleri arasında yazmak istemeyişim, İstanbul'daki buluşmalarım, sınava hazırlanışım gibi nedenler var. Sakin ve sessiz bir şekilde, çok düşünmemeye çalışıyorum şu sıralar. Ne kadar başarılı olduğum tartışılır... Bu duruma ek olarak 1-2 ay öncesinde yaşadıklarımın artık beni hiçbir anlamda etkilemiyor oluşu "acaba duygusuzlaşmaya mı başlıyorum artık?" diye düşündürmüyor değil. Ya da şu sıralar birçok kişiye dediğim gibi, kafam o kadar gelecek planlarıyla meşgul ki duygusal hiçbir şeye karşı reaksiyon gösteremiyorum... Rahatsız değilim bu konudan aslında; aksine mutluyum. Çünkü genelde yalnızlığımdan yakınır durumlardayım. Anlaşılamamaktan vs. bildiğin gibi Blog.

Blog demişken, dün bütün gün blogumun tasarımıyla uğraştım. Sitelerde gezerken çok şeker bir bloga denk geldim; benimkini de ona benzettim ve ortaya bu harika sade ve güzel blog çıktı. Üst taraftaki banner işini en sona bırakmıştım. Çünkü uygun bir şey bulamamaktan korkuyordum ki yine sitelerde gezinirken bir grafikerin  çizimlerine denk geldim ve iki çizimini kullanarak blogumun en tepesindeki banner resmini ayarladım. Çok da güzel oldu. Dünden beri bakıp bakıp "ooy ne de güzel oldu blogum" diyorum. Hani gelen giden yok bloguma ya da var ben bilmiyorum; ama 4-5 senedir aktif olarak yazıyorum ve bir gün "ya keşke ziyaretçilerim çok olsaydı" derdine girmedim hiç. Zira bana en büyük kazanç gelip buraya yazıyor oluşum. O da mesut bahtiyar ediyor yeteri kadar. Ha gelenlere de yok demem tabii ki.

İstanbul turumu tamamladıktan sonra, annem ve babamla şuradaki devremülkümüze geldim. Pazartesiden beri tatil modundayım. Ne zaman çıktım ki zaten tatil modundan... Kafamı tamamen boşaltmaya çalışıyorum burada. Başarılı olacağım bu sefer. Umarım.

Şu sıralar fazla bir ilgi var bana karşı. Neden bilmiyorum; ama korkutucu boyuta gelmeye başladı, onu biliyorum. Yine de insanlardan yana fazla beklentiye girmemeye çalışıyorum. Bu şekilde daha az üzülürüm belki. Bir de fark ettim ki daha ağır ve emin adımlarla yaklaşıyorum insanlara. İlgisizliğe düşecek her durumda uzaklaşıyorum oradan hemen. Çünkü 5-6 aylık bir şey için bile hayatını boş yere geçirmek istemeyen biriyim ben.

Ah bir de şuna değinsem aklıma gelmişken iyi olur. İki gündür Sóley isimli bir sanatçıyı keşfettim ve feci halde dinliyorum. Örnek bir şarkısı da şu şekilde mesela:

13 Eylül 2012 Perşembe

Daha Fazla Umut

Geçmişim beni üzmüyor; ama geleceğime doğru tuttuğu ışık beni korkutuyor çoğu zaman. Ümitsizliğe sürüklüyor. Umutsuz bir ben yaratıyor bazen. Şu sıralar öğlenleri evrendeki tüm renkleri alıyorum üstüme; geceleri siyah-beyaz oluyorum. Yatmaya yakın kapkaranlık oluyor dünyam. Hissediyorum her şeyi derinden. Hatta o kadar derinden hissediyorum ki nefes almadığımı fark ediyorum ara ara. Odaklandığım şeyler bir fotoğraf karesi, birkaç kelimeden oluşan metinler ve bana mutluluk vermesi için elimde duran bir kutu şeker...

Defalarca yazıp sildiğim yazılar geliyor bazen aklıma. Daha da çok susuyorum. Sessizliğim korkutuyor bu sefer de beni. Kendimden uzaklaşıyorum. Kendime yabancı geliyorum. Bırakıp kaçasım geliyor o anlar her şeyi. Yapamıyorum. Kıyamıyorum kendime, hala ümitle bekleyen duygularıma, avucumun içindeki bir kelebek gibi çırpınan hayallerime...

Zaman, şu sıralar özellikle, çok vurdumduymaz çocuk misali geçiyor. Dur desem anlamayacak, kapılıp ona gitsem sorumsuzca davranacağım. Sözümü geçiremediğim bir şey oldu hep benim için. Zaten zamana kafa tutmak gibi bir niyetim olmadı. Benim aleyhime işlemese yeter bana.

Umudum birçok şeyde azalarak çoğalıyor artık. Ben bile anlayamıyorum neler olup bittiğini; ama içimdeki ve elimdeki düzenlilik gün geçtikçe daha da iyi hale geliyor. Hedeflerime daha çok bağlanıyorum. Her anlamda ne istediğimi daha çok biliyorum. Acı çekmemek için önümdeki kayaları tekmelemiyorum artık. Elimle kaldırıp kenara koyuyorum. Giderken yolumu açtığım gibi, arkamda da temiz bir yol bırakıyorum. Takip edilmek istediğimden değil; daha çok geçmişe baktığımda her şeyin daha düzgün olabildiğini görmek için.

Ne kadar istesem de geçmişimle bağımı koparamıyorum. Bitirişler, yanlış başlangıçlar; kullanılan kelimeler, tutulamayan sözler; bırakıp gidemediğim insanlar, bir saniyesine bile tahammül edemediğim kişiler; kurmadığım hayaller, elimden kaçan fırsatlar... hepsi hafızamda, hepsi bir şekilde benimle bir bütün. Ve ben hepsinden mutluyum. Hepsine sahip olabildiğim için mutluyum. Çünkü şu anda attığım adımlar daha sağlam. Daha istekli, daha kendinden emin, daha umursamazca dünyayı.

Çünkü ben böyleyim; çünkü ben en güzel şeyleri hak ediyorum; çünkü iyi ve kötü benim için var çevremde.