9 Haziran 2009 Salı

Hak Edilmeyen


Bugüne kadar ruh halimi sözlerime, hareketlerime, bakışlarıma, özetle tüm benliğime yansıttım. Hani, acaba şu insan kötü bir şey düşünür mü hakkımda, diye hiç düşünmedim. Belki beni tanıyan insanlar, kendini beğenmiş olarak görmüştür bazı tavırlarımı, belki de övmüşlerdir, içi dışı bir, insan diye... Bilemem(1)

Hep açık olmaya, dürüst olmaya çalıştım insanlara karşı. Kimseyi kırmamaya çalıştım. Kimse üzülmesin dedim. Hakkımda kötü düşünmesinler dedim. Herkese kendine göre bir değer verdim ki sonradan sorun çıkmasın diye. Yanlışlarını söyledim çoğunun yüzlerine. Dürüst oldum özetle. Kendime karşı dürüst oldum mu acaba? Bilemem(2)

Dedim ki kötü olan ben olayım. Çirkin olan ben olayım. Yeterki karşımdaki insan içimin güzelliğine laf etmesin. Onu kötüleyip gitmesin. Ya da karşımda hep içime bakan biri olsun istedim. O zaman yaşarım gerçek mutluluğu diye düşündüm. Hata ettim(3)

Kendime güvenemedim hiç bir konuda. Güvenim olsaydı eğer en güzelini yapardım her şeyin. Elimden geldiği kadar değil de daha fazlasını yapardım. Olmadı. Hep ikinci plana attım kendimi her konuda. Hata ettim(4)

Şimdi ise geriye kalanları toplamak gibi bir hataya düşüyorum. Yapamadıklarımı yapmaya çalışıyorum. Gerçeklere alışmaya çalışıyorum. Oysaki önüme baksam, söyleneni duymaya çalışmak yerine, söyleyeni dinlesem; neler neler yaparım kim bilir...

Bugüne kadar hep yarım hissettim kendimi. Biri olsun dedim, o kişi tamamlar dedim. Hata mı ettim?(5)

Her konuda en ufak bir ihtimale bile umut bağladım. Hata mı ettim?(6)

Hep insanlara ilgi gösterdim, iyi düşündüm, kötüyü kendime yaptım. Sessiz kalmayı onlar mı hak etti?

Bilmiyorum. Hata ediyorum her sefer. Hak etmediğimi düşünüyorum şu anda...

6 Haziran 2009 Cumartesi

Gözyaşı…

(04-06-2009)

Uzun süredir böyle ağlamamıştım. Nedensiz oldu biraz. Belki de az önce izlediğim Prison Break isimli dizinin finalinden etkilendim. Bilmiyorum, sadece ağladım.

Farklıydı döktüğüm gözyaşlarım bu sefer. Biri içi ağlamadım yalnız, herhangi bir şeyim eksik diye de ağlamadım, mutluyum diye de ağlamadım, Allah için de ağlamadım… Kendim için ağladım. Halime üzüldüğüm için de değildi gözyaşlarım. Bilmiyorum. Farklı bir ağlamaydı bu seferki.

Ağlarken aklıma hiçbir şey gelmedi. Başka zaman olsa belki en kötü durumları getirirdim aklıma, daha hisli ağlayayım diye. Bu sefer sadece boş bir ekrana baktım, hiçbir şey düşünmeden, sadece kendi içimde uzaklaşarak…

Şu anda görüyorum bazı şeyleri. Çok mu sıkmış beni bu dünya? Nasıl becerdi bunu? Ne çok sıkılmışım, bezmişim bu dünyadan ben ya? Ne çok şeyi içime atmışım da böyle ağlayacak şekle gelmişim? Neyi hak etmişim acaba, söyler misiniz? Kime ne zararım olmuş da sürekli kötü durumlardan yakınacak şekilde yaşar duruma gelmişim ben?

Ne ettiysem, kendime etmişimdir… Bunu bilir; bunu söylerim ben!..

Neden ben o “kişisel gelişim” kitaplarından fırlamış insanlar kadar ‘rahat’ olamıyorum? Neden bu kadar çok şeyi düşünüyorum aynı anda? Neden herkese tutarsızca değer verip; her defa üzülen ben oluyorum? Neden artık kimseyi sev(e)miyorum, neden ‘mekanikleşiyorum’? Beni farklı kılan budur değil mi? Tabi… İstemiyorum farklı olmayı ben. Bu hayatı ben seçmedim; düzeltmek için yığınla çaba harcamama rağmen, neden tek bir adım bile ileriye gidemiyorum? Neden geri düşmemek için tüm enerjimi sarf ediyorum? Hayatımın nesi var değil mi? Nesi yok ki…

En büyük sorulardan biri de “neden çevremde ben kadar düşünen, ağlayan, zırlayan, konuşan, gülen, hisseden, soran, bakan, yiyen, nefes alan vb. türden duygusal faaliyetlere açık başka bir ‘erkek’ yok?” Neden beni anlayan hep bayanlar oluyor? Neden çevremi bazı konularda büyütmeye çalışmaktan yorulmuyorum?

Soru soran değil; cevap veren olmak istiyorum!

22 Mayıs 2009 Cuma

Solunum cihazım nerede?

Nefes alamıyorum, boğuyor beni her şey. Herkesin düşüncesine önem vermekten çok yoruldum. Hayatımdaki herkese farklı bir yer vermek eziyet gibi gelmeye başladı. Neden? Belki de sebebi verdiğim değerin karşılığını haketmiyor oluşumdandır...

Karşılık beklemeden mi yapmalıyım acaba? İyi de çok mu zor içten cümleleri duymak, çok mu zor insana değer verildiğini hissettirmek? Zor sanırım. Ya da yanlış insanlardan bekliyorum ben.

2 hafta önce 2 kez Antalya'ya, geçen haftasonu Konya'ya, geçen salı günü de İzmir'e giderek haddinden fazla gezmiş, 1 ay içinde bilmem kaç saat otobüs yolculuğu yapmış ve bir o kadar da eğlenmiş oldum. Böyle geçen 1 ayın sonunda, pazartesiden itibaren 5 Haziran'a kadar sürecek bir final haftasına giriyorum. Ben final haftasına genelde işkence haftası derim, bilmem siz ne dersiniz...

İzmir gezimde gördüm 'yine' gördüm ki büyük şehir bana göre değil. Büyük bir şehirde gerçekten çok fazla olurdum kendime. Yani argo bir ifadeyle 'bozulurdum'. Yok, sakın bana bozulmayacak insan hiç bir yerde bozulmaz demeyin. Bozulmayan insan mı kaldı derim size. İzmir güzeldi. Hoştu, sevdim. Gene gitmeyi isterim tabiki.

İzmir'de güzel şeyler öğrendim. Ne mutlu bana ki yine bir şeyler kazandım, yeni gördüğüm insanlardan ve şehirden. Bu yüzden seyahat etmeyi seviyorum işte. İnsana bir şeyler kazandırıyor mutlaka...

Bütün bunların dışında, Work and Travel zımbırtısıyla birlikte gideceğimden ötürü, uçak biletine 710 euro ödemiş olmanın verdiği sonsuz mutluluk(!) sayesinde pek bir güzel geçiyor günlerim.

"Amsterdam - Detroit - Norfolk - Virginia Beach" şeklinde bir uçak rotasına sahibim. Yanımda 2 adet sınıf arkadaş insanı mevcut. Bakalım neler olacak Amerika'da? 19 Haziran'da çıkışımızı yapıyoruz kısmet ise...

Büyük şehirde bozulmaktan korkan insan bakalım Amerika'da ne yapacak? Hepsi gelecek ayki "Arif who lives in dreams" sayısında!

Şaka bir yana, cidden merak ediyorum ne yönde değişecek hayatım. Benliğimi kaybetmeyeceğimden eminim, tek ümidim hayalini kurmadan yaşamak istiyorum tüm güzellikleri, keşke demeden geçirmek istiyorum zamanımı, mutlu olmak istiyorum 3-4 aylığına, özgür olmak istiyorum... Merak etmek istemiyorum. Gerçek 'ben'i kabul etmek istiyorum.

Bir süreliğine yokum, finaller malum, sonra Ankara'ma dönerim, sonra bakarız son duruma yine...