12 Mayıs 2009 Salı

Blog - Ben

Böyle bir git gellerdeyim bu aralar.

Antalya'ya gittim yine geçen hafta sonu. Gezmediğim birkaç yeri gezdirdi arkadaşım.
Daha böyle bir içmeli, dinlemeli, oturmalı taraflarını gezdim bu sefer.

- Anlık bir aşkım oldu. Geçti gitti.
- Hayatımdan kaldırdığım insanları yine sokmaya mı çalışıyorum ben?
- Nefret ediyorum kendimden!
- Ders çalışmak zorundayım; finallerim yaklaşıyor.
- Off Amerika'ya gitmeye az kaldı. Moralim neden bozuluyor benim?
- Salı günü İzmir'e gidiyorum! İzmir'i de görmüş olacağım artık.
- Çok mu gezdim bu dönem ben ne?..
- Yalnızım. Yalnızım deyince beni anlayanlar olsa keşke etrafımda hep. Yoklar...
- Gereksiz mânâlar yüklemişim birçok insana, bugüne kadar. Hepsini yok etmek istiyorum.
- Hayat tecrübesi denen şeyden de nefret ediyorum.
- Kötü olmak istiyorum. İyi olmaktan mutluluk gelmiyor.
- Küstüm sana blog! Sorma nedenini! Küstüm işte. Gidiyorum...

Gittim. Yokum bir süre. Kendi başına kal sen de blog! Nefret et benden.

Lütfen...

7 Mayıs 2009 Perşembe

İki yabancı


Hafif rüzgar esen günlerden biriydi
Az biraz sıcak olan havada, bir öğlen saatinde...
O kadar kalabalık içinde bir anlık bir bakışmayla başlar her şey
Sadece iki saniyedir tüm yaşananlar
O kadar uzun gelir ki onlara
Sanki koca bir ömür geçmiştir o iki bahar misali, saniyede...

Hayal edilmiştir ilk önce, romantik bir başlangıç yapılacaktır
Acaba çarpışılmış mı olsa yoksa durdurup " bir dakika, siz benim hayatımı değiştirebilirsiniz, benimle tanışın lütfen" mi demeli o başlangıçta.
Sonra bir yerlerde oturulur, bir şeyler içilir
Gözler sürekli bir beklenti içinde olur o anda
Tıpkı "hadi vakit kaybediyoruz, gidip yalnız kalıp; ruhumuzu dinlemeliyiz" dercesine...
Bir süre geçer ve artık sevgili olmuşlardır bu iki yabancı
Mutludurlar ya da onlara öyle gelmiştir.
Sıkılmışlardır artık birbirlerinden
Hep böyle başlayıp bitmemiş midir her ikisinin de aşk hayatı?
Hep bir bencillik; hep bir değerbilmezlik yok mudur onlarda da?..
Onlar da diğerleri gibidir, değil mi?..
Sonra ayrılır bu başlangıçtaki iki yabancı
Belki iyi belki kötü... Bitmiştir işte...

Kendine gelir birden her ikisi de
Derin bir nefes alıp, kafalarını başka yöne çevirip; yollarına devam etmiştir bu iki yabancı...
Yaşanacaklar, yaşanması gerekenler, belki önyargıdan, belki tecrübeden, belki de "acaba o da mı" şüphesinden dolayı başlamadan bitmiştir.
Böyle geçmiştir o iki saniye
İki taraftan da bir ömür götürmüştür adeta...
Sonu bilinse de yaşanmamalı mı gerçekten?
Yoksa sonunu bildiğimizi mi sanıyoruz her defasında olayların...
Yoruldum, uzun zamandır demediğim bir kelimeydi; yoruldum...

3 Mayıs 2009 Pazar

Antalya ve ben...

Gezdik, yani sağolsun inşaat mühendisliğinden bir arkadaşım bana eşlik etti ve 2 saat uzaklıktaki Antalya'ya gittik. Tozduk, orda yeni tanıştığım arkadaşlarımı da görmüş oldum.

Eğlendik, haddinden fazla yürüdüm; ama iyiydi. Konyaaltı ve Kaleiçi favori yerlerimdi. Hep derler, giderseniz Kaleiçi'nde kaybolursunuz, diye. Kim demiş! Kaybolmadık. Yani, evet belki ara sokakları felan çok olabilir; ama abartı durumda değildi.
Ben Antalya'ya 3-4 kere gitmiştim; ama bunlardan 2'si akşam vakti idi ve alışveriş içindi. Gezememiştim... Birinde de yaz tatilini Antalya/Kaş da yapalım demiştim arkadaşımla, o zaman gitmiştim, o kadar. Bu sefer gezmiş oldum epeyce.

Gitmeden önce tüm enerjimi yollamıştım Antalya'ya, hava serin olsun diye. 'Aguleys' bilir enerji olayını. :D Hava Antalya'da serindi. Hele deniz kıyısına oturup da o denizden gelen rüzgarla sarhoş olma durumu yok mu... O, tüm Antalya gezimi tatlı bir şekilde sonlandırmıştı.

Bu da ben ve Antalya'dan bir kare:

Kaldırdım resmimi. - İşte, canım öyle istedi...
Bunların dışında hayat istediğim kadar güzel, istemediğim kadar çirkin geçiyor. Bunu anladım bu Antalya turunda...

O yüzden hayatımın çok güzel geçmesini istiyorum! Siz de isteyin. İsteyin ve inanın...