21 Nisan 2009 Salı

Mim! İm! M! - 2

Agüleys, belirtmiş ki blogunda, acaba şu arkadaşlarım karşı cinsten olsaydılar nasıl birileri olurdular... O arkadaşlarından biri olarak açıklamalarımı yapmak istedim.

Eğer ben 'ben' olmasaydım da 'o' olsaydım;

* Saçlarımı boyatmazdım.
* Yüzümü boyamazdım, ağır bir makyajım olmazdı.
* Mini etek giymezdim, giymezdim işte.
* Her önüne gelen erkekle konuşmazdım.
* Kalbimin ve bedenimin iradesine sahip çıkardım.
* Türkçe'yi düzgün kullanırdım, internet ortamındaki yazışmalarımda bile.
* 'Ortalık Malı' diye tabir ettiğim kızlardan olmazdım.
* İntikam peşinde koşmazdım.
* Ailemin yapısına göre hareket ederdim.
* Özgürlük tanımlarımı kendim belirler, başkalarının özgürlüğüyle yaşamazdım.
* İnsanları cinsel anlamda kışkırtacak her türlü davranıştan kaçınırdım.
* Edepli ve hayalı olurdum, özetle.

Günümüz kızlarının en büyük eksiklikleridir sanırım bunlar. Nasıl ki her şeyin fazlası zarar, buyrun, yoklayın bir kendinizi.

Sözüm kendi meclisimden dışarıdır efendim.

Sevgiler, saygılar...

18 Nisan 2009 Cumartesi

Noktayı koydum - 1

Ne zaman bilgisayar başında hayal kurmak istesem, ne zaman böyle içimdekileri dışarıya aktarmak istesem, Winamp’ımda Enya’nın şarkılarını açarken bulurum kendimi... Daha rahat düşünmemi sağlıyor onun şarkıları. Sanki böyle sessizlik benim içim bir anlığına ağırlığını koyuyor çevreme. Huzur sarıyor az biraz da olsa etrafımı, içimi, beynimi…

Müziğin ritmiyle geçiyor günlerim. Şarkıların böyle gizli şeyleri barındırdığına inanıyorum. Her yazılan şarkı sözü için olmasa da, çoğu şarkı için bir şeylerin feda edilerek yazıldığına inanıyorum. Belki küçük şeyler, belki de büyük şeyler… Bilemem. Tek bildiğim şarkılarda bile çok özlediğim şeyleri arıyor oluşum… Sanırım çok fazla şarkı dinliyorum. O anki ruh halime göre seçiyorum genelde dinlediklerimi. Hoş, 2 gb’lık bir ipod işimi görmüyor bu konuda. Amerika’ya gittiğimde video oynatanlarından almayı düşünüyorum. Hatta düşünmüyorum, alacağım. :P

Yorucu geçen iki haftanın sonunda kendimi az da olsa toplamış, düşündüklerimi kelimelere dökecek manevi gücü bulmuş durumdayım. Nasıl mı geçti? Çok ilginç geçti. Vize haftası yüzünden spor salonunu bıraktım, gitar kursuna gidemedim, her zaman takıldığım kafede nargilemi içmeye vakit bulamadım… Bu iki haftanın içinde derslerimle boğuştum. Boğuştum evet. Yani gayet boğuştum; çünkü boğuşulacak dersleri olan bir mühendislik dalında okuyorum. İlginçtir, her zaman yaptığım, isteğim dışında bende mevcut olan “zoru severim” havaları yüzünden bu bölümdeyim.

Bugün hoş bir bayanla tanıştım fakültenin önünde. Kendisi İTÜ’de Gemi Makineleri (emin değilim isminden) bölümünde yüksek lisans yapmayı düşünüyormuş. Benim bölümden mezun. Birkaç dersin sınavına girip ortalamasını yükseltmek için bulunuyormuş üniversitede. Dedim, ne güzel, keşke yurt dışına çıksaydınız, orada daha rahat yapabilirsiniz akademik kariyerinizi. O da bana İTÜ’nün yüksek lisans öğrencilerini yurt dışına gönderdiğini söyledi. Birden kafamda ampuller yandı. Tabi daha sonra yüksek lisans için İTÜ’nün diğer üniversitelerden gelen öğrencilerinden 3.50 ortalama istediğini söyleyince, şöyle biraz duraksadım. Ampullerde az kesinti yaşandı. Neyse ki yurt dışında yapmayı düşündüğüm akademik kariyer hayallerim imdadına yetişti de tekrar yanmaya başladı ampuller…

Geride iki hafta daha bıraktım bu şekilde. Sadece iki hafta mı bıraktım acaba… Arkadaşlık konusunda ise yapabileceğim hiçbir şey olmadığını gördüm. Fark ettim ki birileri beni ya cidden yanlış anlıyor ya da cidden bana karşı kötü düşünmeye başladılar. Çoktan geride bıraktım çoğu arkadaşımı. Bırakmam gerekiyordu. Çünkü bana zarar vermeye başlamıştılar. Maddi anlamda değil; ama manevi anlamda insanlık ve arkadaşlık duygularımı değiştirmeye başlamışlardı. Birkaçının fesat ve ikiyüzlü olduğunu gördükten sonra, korktum biran; çünkü onların bu kötü davranışları benim başıma büyük işler açacakmış gibi geldi. O yüzden bıraktım eski samimiyetliklerimi.

Bazılarıyla, nedendir bilmem, arkadaşlığımı kesmek istemedim. Bir şeylerin hakkı vardı diye düşündüm belki, belki hala saf bir şekilde inanıyorum dostluklarına… Çözemedim kendimi bu konuda. O yüzden başka bir hayata geçene kadar kendime ‘dost’ ve türevi insanlar edinmeme kararı aldım. Dost olmak isteyenler olursa geri çevirecek değilim tabi ki.

Ya da arkadaşlıkla ilgili bugüne kadar anlattıklarımın hepsini unutalım ve şöyle diyelim, hayat değişiyor, insanlar değişiyor, ben değişiyorum. Değişme durumu sürekli devam eden bir şey. Ben ne insanların değişmemesini/değişmesini sağlayabilirim ne de kendi değişkenliğimi bastırabilirim. Bu da son sözümdür arkadaşlıkla ilgili…

10 Nisan 2009 Cuma

Bırak kelimeler dokunsun vücuduma...

Korkuyorum...
Soğuk bir rüzgar bekliyor kapımda,
Etrafımdaki her şeyi götürmeye niyetlenmiş sanki.
Ben ise odamdayım tek başıma,
Tek gözlüye hapsolmuşum, bekliyorum...
Bekliyorum!
Bilmeden sonunu, ilerisini, gerisini...
Belki de bir ışık bekliyorum.
Ya da büyük bir hata yapıyorum beklemekle!
Beklememeliyim! Yapabilir miyim?
Kırabilir miyim kendi duvarlarımı?
Biraz olsun ağlamayı becerebilir miyim, kimseyi üzmeden?..
"Bırak elimi! Tutmanı istemiyorum; çünkü bir gün bırakacaksın kesin!"
Hata ediyorum böyle düşünmekle, değil mi?
Biliyorum...
Günümü yaşamadım ben hiçbir zaman.
Hep geleceği düşünmenin esaretinde kaldım...
En güzel düşüncemi ve zamanımı yıpratıyorum bu şekilde belki.
Kendi başıma öğrenemiyorum doğrusunu.
Belki öğrenmek istemiyorumdur, kim bilir...
Öğretebilecek birini arıyorum artık.
Zamanımın değerinin farkına varmamı sağlayacak birini arıyorum.
Sanırım bu yüzden bekliyorum...
Bekliyorum odamda.
Kapıdaki soğuk rüzgar ısınmıyor hiç.
O hep kapıda sanırım.
Gündüz, gece...