7 Şubat 2009 Cumartesi

Neyse!

Hayır... Ters tarafımdan felan kalkmadım. Aslında nasıl kalktığımı yani uyandığımı hatırlamıyorum bile! Gecenin 3-4'ü yatıp gündüzünün 1-2'si hatta 3'ünde bile kalkabilen ben, bu başarıyı(!) nasıl elde ettiğimi ya da neden elde ettiğimi bilmiyorum bile. Son günlerim evde yine... Bir pazar gününde daha okuluma doğru yol alıyorum. Belki bundandır bilgisayara yapışmam. Aslında sebebi bu mu? Değil sanırım...

Arayışlarımın tavan yaptığı 2 hafta geçiriyorum. Arıyorum sürekli. Aramazdım ben ne oldu bana? Sessiz sakin beklerdim, gelir belki bir gün biri diye. Neden kıyamet gününün geldiğini anlayan insanlar gibi çaresizce koşuşuyorum ordan oraya... Neden boş yere yoruyorum kendimi? Hayatımın geçen 20(+1) yılı boyunca neden sürekli aynı soru kelimesini kullanmaktayım ben? "Neden?"

Bir ara eski halime dönmeyi istiyordum. Bütünlük olarak döndüm eskiye; ama en önemli parçam dönmedi geriye... Kalbim hâlâ duruyor, yıpranmış, boş, özgüvenini yitirmiş... Dolar birgün demeyin. Dolmuştu geçenlerde.

Evet! Duydun! Dolmuştu kalbim bir ara. Cidden bu sefer doldu dedim. Emin olamadan doldurdum kalbimi. Ben neden böyleyim? Neden haklı oluyorum? Haklı çıktım yine. Yanılmışım. Yanlış kişiymiş. Bu ara bu olay geçen 2-3 ay işaresinde 1-2 haftalık bir zamanda gerçekleşip bitmiştir. Bugün sayın(!) şahış, uzun süren sessizliğini bozup bana öyle bir açıklama yapmıştır ki ben "işte budur, zafer benimdir, haklı çıkmışımdır" dedim. Kazandım da ne oldu? Gitti kalbimin bir parçası, yine gereksiz zaman kaybı oldu. Yine duygularım çalındı.

İnsanlar neden direkt bir sempatiklik üzerine yoğunlaşırlar anlamam. Tamam, belki hoş biri olarak gelebilirim sana, etkilenmişsindir, sevecen bulmuşsundur, ne bileyim! Önce bir bak bu çocuğun gözlerinin içinde aynı şeyi bulabiliyor musun? Hissebiliyor musun aynı sıcaklığı onun gözlerinde ya da ellerini tutunca?..

O da bakmadı gözlerime, tutmadı ellerimi... Biri bunları yapıp "ya sen insan mısın? Bana büyü mü yaptın?" dese, ben de en duygusal erkek moduna bürünüp öylece kalsam, ne olurdu?

Demiyor kimse, ben demeye çalışmadım değil. Çalıştım, demek istedim; ama geri çevrilip daha da ümidimin kırılmasını istemedim, aşka karşı... Zaten her şeyi abartıp hareket ediyor(d)um. Lütfen düşünmeyin şöyle: Sen hareket ilk önce, ne kaybedersin? Düşünmeyin böyle. Zaten biri bana gülümsedi mi en nefret halimde bile olsam açıyorum kalbimin tüm kapılarını. Benim karşıma gelip de bana duygularını söyleyemeyen de bir sorun vardır elbet! O derece yani...

Şimdiki durumum nedir diye sorarsanız, derim ki: Eskisinden daha güçlüyüm! Her gün lanet etsem de hâlâ inançlarım var ve hiçbir güç, hiçbir kimse de bu duygularımı benden alamaz!

Bu sefer demedim, yoruldum artık, diye! Yorulmadım. Aslında yorulduğumu sandım ben hep. Keşkelerimi içimde saklıyorum artık. Kimsenin keşkesini de dinlemiyorum. Evet, şimdi derin bir nefes alıp, duygu hormonumu(!) bastırmalıyım...

>> Eskisi gibi olsun istediğim tek bir şey: uzun vadeli hâyâl kurabilmek...

4 Şubat 2009 Çarşamba

Ankara...

Ankara... İstanbul'dan ne farkın var biliyor musun? Otobuslerinde akbil kullanımı yok. Onun dışında sen de İstanbul gibisin. Belki yolların -başkent olduğundan ötürü olacak- daha düzgün, daha bakımlı; ama sen de İstanbul kadar kalabalık ve garipsin. Nedendir bilmem, sana da çok ısındı kanım bu sefer. Böyle daha mantıklı geldin Ankara bana. İstanbul ile kıyasladım sanırım seni. Daha sevecen geldin, büyük şehir olarak tabi... Yoksa benim ikinize de garezim var!

----------------

Bugün Kızılay'da idim. Ne işin vardı dersin şimdi! Vardı. İşim de vardı orda bir arkadaşım da vardı. Gittim. Gitmeliydim. Çünkü görmeliydim kalabalık bir topluluğun nasıl olduğunu, görmeliydim arkadaşımı... Çok sıkılıyorum evde. Yani sürekli bilgisayar başında olmak çok kötü bir şey... Kopamıyorum da. Çünkü kurmuşum burada kendime bir hayat. Asosyal değilim aslında, gayet sosyal bir insanım, çoğu konuda; ama internet ve bilgisayar ortamı çok farklı yapıyor insanı, düşüncelerini, duygularını...

Kızılay'da idim, bir ara adını şimdi unuttuğum caddelere geçtim. Daha sonra kumpir yedim. Sonra 3E isimli kafe-bar tarzı bir yerde portakal suyu isimli portakal tadında bir şey içtim. Tabi bunları tek başıma yapmadım ki tek başıma yapmam imkansız, en azından şimdilik... Bir arkadaşımla dolaştım. Benden biriyle dolaştım, ben gibi biri. Yani tam ben gibi değil de işte. Öyle karışık.

-----------------

Hayat çok acımaz blog. Yani acımasız tarafları geliyor bana. Biliyorum daha da kötü durumları var; ama ufak ufak, sürekli bir şekilde karşılaşmaktansa, bir seferde kurtulmak daha iyi değil mi o kaderin pis oyunundan? Bu aralar halime şükretmeyen bir insan oldum nedense... 3 gün kaldı okula dönmeye. Bak demiştim sana, 1 hafta 1-2 gün gibi geçer diye. Geçti bitti bile...

Nedense bugün yine Hande Yener (eski şarkıları) ile uçtuk.

Hayırdır inşallah maşallah...

1 Şubat 2009 Pazar

Son zaman.

Çok sesli ve hareketli geçen bir İstanbul turundan sonra, yine kendi başıma, yine kendi evimde ve bilgisayarımla birlikte kaldım. Yalnızlığı seven biriyim; ama denizlerden akarsulara dönünce kendimi çok kötü hissediyorum. Moralim bozuluyor, sesim kısılıyor, canım sıkılıyor, normalde hissetmediğim yalnızlığı hissediyorum. Yalnız değilsin gibisinden kurulan cümlelerden de sıkıldım artık. Yalnızım deyince ne demek istediğimi anlamayan insanlardan da sıkıldım. Sıkıldığım çok konu var saymasam en iyisi...

Önümde evimde geçireceğim koca bir hafta var desem de iki gün gibi geçeceği kesin. Bu bir haftayı kendime aldığım yeni kitaplarla geçirsem, biraz ingilizcenin üstüne düşsem, malum erasmus sınavına tekrar gireceğim ve bu sefer de kazanıp gitmemezlik yapmayacağım., iyi olacak. Sonra da eşyalarımı toplar; sessiz sakin giderim bu şehirden, beni bekleyen diyarlara...

Hafta içi şöyle bir merkeze insem diyorum. Ankamall'de indirim varmış dedi kuzenim. Hoş, ben alacağımı aldım İstanbul'dan; ama olsun. Evde vakit geçireceğime... Birine haber versem mi diyorum; doğru mu yaparım acaba bilmiyorum. Hem herkes kendi dünyasına dönmüş artık. En iyisi daha da sessizleşip kalanları unutmak. Merak eden hem arar, sorardı...

Teşekkür ederim blog. İyiki yanımdasın. Bedenimi ya da bana ait başka bir şeyi sorgulamayan tek şeysin...