2 Mayıs 2018 Çarşamba

Bilgisayarıma Neler Oluyor?

Ah Blog! Hiç sorma. Sormuyorsun zaten de, neyse. 2-3 hafta önce başlayan bir sorun yaşıyorum laptopcığımda. Sebebini bir türlü çözememiştim. Windows 10'un kullandığım, o zamanlar henüz yayınlanmamış, sürümü yüzünden zannettim önce. Sonra Windows 7 kurdum, onunla denedim ama sorun devam etti. O arada "bilgisayarımın temizlenme zamanı gelmiş" dedim içimden, hani bir umut belki temizlenince düzelir gibisinden; açtım içini ve bahar temizliği yaptım. Fan kısmını bu sefer epey bir söktüm ve temizledim. O kadar toz nasıl birikmiş orada yahu, diye kendi kendime söylenirken temizliği bitirip tekrar topladım ve kapattım laptopımı. Ama yok! Sorun devam ediyor. Derken çözdüm. Ama sorunun kaynağını buldum, çözüm kısmı ne yazık ki yok. Galiba harddiskimin anakart ile olan soketlerinde problem var. Çünkü o kısma bastırınca bilgisayar ya kilitleniyor ya da kendi kendine kapanıp tekrar açılıyor.

Bilgisayarımı taşırken yaralı bir kuşu taşırmış gibi taşıyorum adeta. Köşelerinden tutma hakkım yok bile. Mukavemetten kaybediyor, direkt basınç alıp o bölge etkileniyor. Eh bilgisayarım da haklı, kusura bakmayalım. 2009 yılından beri kullanıyorum. Allah'ıma şükürler olsun yarı yolda bırakmadı beni bugüne kadar. Ki sürekli kullanıyorum. TV izleyen biri değilim, haliyle bilgisayar benim dış dünyaya açılan bir pencerem gibi adeta.

Keşke diyorum, Sony firması, laptop üretmeyi bırakmamış olsaydı. Tekrar Sony marka bir laptop alırdım, yalan yok. Her ne kadar hayalimde Macbook Pro almak olsa da, Sony deyince bir durup düşünürdüm.

Şu anda tabi Sony yok, ama IBM'in bilgisayar bölümünü satın almış Lenovo var. Eğer olur da Apple marka bir bilgisayarım olmazsa, bir gün alacağım bilgisayarımın markası Lenovo olurdu.

Şimdilik böyle yaralı kuşumla yaşamaya devam edeceğiz. İnşallah daha da ilerlemez problemi. Şu anda harddisk soketine müdahale etmeyi düşünmüyorum. Bilgisayar bilgim o kadar derin değil. Elimde kalmasın yani. 😁

Dipnot: Bu arada diş tedavim de tamamlandı. O arada yeni bir de gözlüğüm oldu. Allah bağışlasın ikisini de. Ne diyeyim...

20 Nisan 2018 Cuma

Ahh Dişim!

Geçen pazar günüydü sanırım, arkadan bir dişimin ağrısı tuhaf bir şekilde dünyamın içine etmeye başladı. Evet, dişim başıma bela oldu durduk yere. Durduk yere diyorum, çünkü ben dişlerimi fırçalamadan sabahları su bile içemeyen biriyim, rahatsız hissediyorum ağzım temiz olmayınca. Geceleri fırçalamadan yatamam, yatacağım aklıma gelirse moralim bozuluyor ya da vicdan azabı çekiyorum falan. Öyle değişik bir konumdayım diş konusunda; ama geldi mi geliyor ağrı.

Özel doktora gitmeden önce devlet hastanesine gideyim dedim. Pek espirili ve komik bir doktor muayenesi sonrasında ilaç yazdı önce. İlaçlarla daha da tuhaflaştı ağrım. 2 gün sonra tekrar gittim. Adam daha tam dinlemeden iğneyi yaptı. Hazır yani çekmeye. Ben gülüyorum içimden dışıma belli etmesem de. Yalnız öyle bir ağrıyla uyanmıştım ki o sabah, Allah tekrar göstermesin. Sabah 04:45'te uyandım ağrıya, ağrı kesici içtim 5 gibi uyudum galiba. 7'de sanırım dişlerimi sıkmışım ki başka bir ağrıyla tekrar uyandım. Böyle içimden "oooy çekin alın bu dişi!" diyorum. Dışımdan deseydim işte o gün ikinci kez gittiğim doktor hazır uyuşturmuşken çekecekti. Sonra arkada bir boşluk...

Özel doktora gittim o gün. Hatta devlet hastanesindeki doktor "şu doktora gidin, hatta selamımı söyleyin hazır uyuşturmuşken baksın" diyerek yönlendirdi. Ben yarısı uyuşuk yüzümle gülüyorum. Derken özeldeki doktor o iğrenç sesli cihazıyla girişti ve başladık bir serüvene. İlaçlarıma devam etmemi istedi, bugün tekrar gittim, "kanallarım darmış, onları genişletti" ve 2 gün sonraya tekrar gelmek için randevulaştık. Bir aksilik olmazsa, inşallah olmaz, minimum iki kere daha gidince tamamlanmış olacak işlem.

Diş sağlığı çok başka Blogcum. Yurt dışında, özellikle Amerika'da, masraflarını düşününce halime şükretmeye çalışıyorum yine de. Üzülerek söylüyorum ki 2 haftam da öyle geçecek...

Windows 10'un bahar güncellemesi yüzünden bilgisayarımla da ayrı bir meselemiz var ama ona girmeyeceğim. Çünkü bekliyorum bakalım, Microsoft da şöyle Apple gibi daha sağlam bir sistem çıkarsa ne güzel olurdu diyorum bir yandan da. Ben de görebilecek miyim acaba elimin altında istediğim model bir Macbook Pro, merak ediyorum. 6-7 bin ₺ az değil, malum...

Geçen hafta babamla alakalı üzücü bir durum oldu. Onun da detaylarına girmek istemiyorum. Aslında böyle detaylara girmeyen bir havaya büründüm nedense. Hatta aklımda sana yazmak da yoktu Blog, ama elim gitti.

İyi oldu ama. Şöyle de bir şarkı bırakayım bunun şerefine.

14 Nisan 2018 Cumartesi

Uyurgezer

Geçen gece kandildi. Üç aylar bereketli, biliyorsun Blog. Aslında her ay, gün, gece, saat bereketli. Hep böyle deriz de, sonra bolca var diye kıymetini bilemeyiz zamanın, değil mi?

Geçen haftam intihar konusunu daha ciddi düşünmekle geçti. En güzel kaçış planım o. Hiç öyle valizimi hazırlayıp bir yerlere gitmekle uğraşma durumum yok. Bileğe bir çizik, sabaha kadar akar gider o kan. Kolay yani teoride. 😁

2 gündür saçma sapan düşüncelerden sıyrılmaya çalışıyorum. Sırf onun için dua ediyorum: Daha mantıklı düşünebilmek için. Başarılı gibiyim, şimdilik.

Sıcak havalar da başladı. 1 aya kalmaz, haber sitelerinde başlarlar: Meteoroloji uyarıyor!!! Hava sıcaklıkları normalin üzerinde seyredecek!!!

Hee. Kınanız benden! Bol bol yakın gözükmeyen yerlerinize! Sizin sabırsız bir şekilde beklediğiniz o kavurucu sıcaklar, o yaz ayları... benim bu dünyada cehennemi yaşamama sebep oluyor. Ve siz de o fındık beyninize sokamıyorsunuz anlatsam bile halimi. Bunun için de yakın kınayı. Eriyip yok olsam da nefes almaya ve ısrarla bozamadığınız "ben"i korumaya devam edeceğim.

Uyurgezer gibiyim Blog. Sürekli bir rutin... Geçenlerde Chado'dan çay aldığımda yanında 1 kupalık oolong çayı göndermişler. Daha önce hiç denemediğim bir çay idi. Meğersem siyah çay ve yeşil çay arasında bir yerlerdeymiş. Özetle açıklaması böyle yani. Bana milk oolong çayı türünde göndermişler. Çayın hazır hale getirilmesindeki son evrelerinde süt buharı kullanılıyormuş. Bunu kokusundan ve içerkenki tadından da anlayabiliyor insan. Çok güzeldi. İlk fırsatta satın alacağım... Yani bu haftamı mutlu geçirmeme sebep olan şeylerin başında o minik hediye geliyor. Her ne kadar evdeki tartışmalar artsa da, ki bunlardan hiç bahsetmiyorum biliyorsun, arada çıkıyor mutlu eden şeyler. Bana çöp bile gönderseydiniz mutlu olurdum sevgili Chado. Teşekkür ederim.

1 Haziran'da albümü çıkacak, favori bir Kanadalı şarkıcım var. Dün yeni bir single şarkısı çıktı. Adı ise Somnambule. Uyurgezer demek. Yazıma konu olan şarkıyla kapanışı yapayım geceme ben de 😇

Öperim. Benimle kal hep 💖

8 Nisan 2018 Pazar

Yine Bahar Geldi

Nisan ayının ilk haftasını da bitirdik Blog. Önümüzdeki cuma günü Miraç Kandili. Hz. Muhammed'in göğe yükselerek Allah'ın huzuruna kabulü olarak geçiyor. Üç aylar dediğimiz aylardayız ya hani, ne çabuk gelip geçiyor diyorum her sene. Sonra nasıl yaşlandım diyorum, nasıl geçti onca zaman, sene... yaşadığım aynı tekrarlar. Böyle devam ediyor dediklerimin listesi. Aslında okkalı bir tokata ihtiyacım var, ama o Allah'ın tokatı olmamalı. Olmaz inşallah diye dua ediyorum korkarak. Çünkü onun tokatı gibi bir şeye ihtiyacım var, ama o kadar da olsun istemiyorum. Şimdi niye tokata ihtiyacı var bu adamın diyorsun biliyorum. Hatta nereden geldik bu konuya diye de diyorsundur. Ben böyleyim işte. 5 cümle buraya yazıyorum; ama içimden bir roman girişi geçiyor.

Hava güneşli birkaç gündür. Böyle geçse en fazla sıcaklar diyorum keşke; ama çok zor. Bu sene her seneden daha da sıcak olacak hava. Ve beni yine bir ben, bir Allah, bir de benim gibi olanlar anlayacak. Diğerleri ise sadece bakıp ya boş boş yargılayacak ya da hafife alacaklar yaşadıklarımızı...

Geçen hafta İstanbul tarafındaydık. Malum yazın taşınılacak, yeni eşyalar falan filan aldılar şimdiden bizimkiler. Yepyeni bir sayfa olacak onlar için. İnşallah ömürleri boyunca beklediklerinden de güzel ve rahat bir hayatları olur. Ben kendimi yakın gelecekte ölmüş ya da ölmeme sebep olacak olaylar zinciri içinde görüyorum. Mutluluk, huzur ya da sağlık pek ufukta yok. Gece gece ne kötümser/karamsar olduk yine Blog.

O değil de bizimkilerin lojmanda şefle birlikte 5-6 tane tavuk horoz falan hayvanları vardı. Döndüğümüzde 1 gecede hepsinin öldüğünü öğrendik. Meğersem komşuların tavukları da telef olmuş. Bir süre önce de çamurumsu bir hava yağışı vardı. O sıralar arıların da öldüğü haberleri dolanıyordu ortalarda. Bitmedi daha dur, ben ablamgildeyken bir hasta oldum ki görmen lazımdı. Salgın mı varmış neymiş. Hayatımda öyle ishal olduğumu hatırlamıyorum. Buraya dönünce de devam etti. Gece 2-3 gibi kalkıp lavaboda 1 saat geçirdim. Çok eğlenceliydi diyemem. Annem de rahatsız oldu benzeri şekilde. Hatta benzeri semptomlarda olan başkalarını da duyduk. Yani neler oluyor çözebilmiş değilim, ama hiçbiri hayra alamet değil Blog.

Öte yandan ben nasılım bilmiyorum. İyiyim herhalde. Bana bunu soran kimsem olmadığı için kendime de soramıyorum. Çünkü kapalı bir kutunun içinde 4-5 tane 10 cm çapında delik açılmış da oradan hava almaya çalışıyormuş gibiyim. Kutuyu tıklatan bile yok: Yaşıyor musun hala?

Yaşıyorum hala Blog.

Ramazan gelmeden Ankara'daki 1-2 yere gitmek istiyorum son kez. Gündemim başkayken buralardan taşınıyor oluşumuz belki daha iyidir. Fazla şeyin hatıra olarak yaşandığı bu şehri arkada bırakmak zor olurdu öbür türlü. Bak şimdi, ilkokul dördüncü sınıftayken ayrıldığımız Akçaabat/Trabzon geldi aklıma. Oradaki lojman ve bahçe hala aklıma. Bir gün gidesim var. Bulur muyum gittiğimde bıraktıklarımı, bilemem tabi ama işte.

Neyse, gece gece... Geldi bahar ayları, gevşedi gönül yayları. Gecenin sözü de bu olsun Blog.

Öperim.

17 Mart 2018 Cumartesi

Kivi Gibi Hissetmek

Epeydir yazamadım yine. Elim gitmedi diyelim. Gerçi bir süredir elim hiçbir şeye gitmiyor, sebebini de anlayabilmiş değilim. Ve hayır, bu hiç iyi bir şey değil.

Blog'umdan uzak olduğum için Blogger ile ilgili gelişmeyi de henüz öğrenebiliyorum. Eskiden http şeklinde başlayan bağlantı adresim artık diğer siteler gibi şifreli bir bağlantı sağlayabiliyor ve https şeklinde girebiliyorum. Yani tabi bloguma ziyaretçi gelmediği için, kendim pişirip kendim yiyorum bu güzelliği de. Olsun.

Kivi gibi hissediyorum bir süredir. Böyle asıl yetişmem gereken topraklarda olmayıp normalde yenilmemesi gereken bir mevsimde yeniyormuşum gibi hissediyorum. Normalde daha tatlı olmam gerekirken daha ekşi hissediyorum. Kivi gibi hissediyorum işte. Bilmiyorum Blog. Kiviyi seviyorum. Bu kış boyunca en çok yediğim meyve oldu; belki de o yüzden biraz kivi gibi hissediyorumdur...

Haftaya İstanbul'a doğru gidiyoruz. Bu benim "nefes alma" şeklim diye tabir ettiğim bir gezme tozma durumu olacak. Çünkü uzunca bir süredir içimde tuttuğum şeyleri yapmayı planlıyorum. Bunların başında tabiki mideme yönelik faaliyetler var. Hamburger gibi. Güzel bir yerde tabi.

Bir süredir kendimi verdiğim sözleri tutamama durumum var Blog. Tabi bu bende biraz negatif düşünme şeklinde bazı durumları ortaya çıkarıyor. 1-2 haftadır kitap okuyamıyorum bile. Kendimi Scandal izlemeye verdim. Sanki kaçıyormuş gibi dizi.

Geçen gün artık ne kadar ihtiyacım olduğunu önemsememekten vazgeçip kendime bir adet Apple şarj cihazı aldım. Tabi 90₺ gidip bayılmadım. Arif bayılır mı? Bayılmaz. 2 yıl Apple Türkiye garantili, yani kendi sitesindeki fiyatı dahil aynı özellikte olan şarj cihazını neredeyse yarı fiyatına getirdim. Bir de Aliexpress'den Ugreen marka kaliteli bir başka şarj cihazı aldım 5$'a. Onu telefonum dışındaki şeylerde kullanmayı düşünüyorum. Şu anda kendi iPhone şarj cihazım bozulduğundan beri kullandığım çakma Samsung cihazıyla şarj ediyorum her şeyimi. Ve tırsmaktan beter durumdayım. Ya telefonum ya powerbankim ya geçenlerde aldığım Mi Wifi 2 Router isimli cihazım ya da Mi Band 2'm bozulacak, Allah korusun yani. Bu arada Mi Band 2'yi satmayı düşünüyorum. Nasıl satacağım konusunda da bilgim yok. Çünkü gözümün önünde durdukça moralim bozuluyor. Ve bir yığın emekle Aliexpress'den zamanında aldığım bu bilekliği birine öylece veresim gelmiyor. Bir arada kondisyon bisikleti meselesi vardı. O daha da ilginçti ama sağ olsun eniştemle onu satabildik LetGo'da. Belki orayı kurcalarım bir ara ben.

O değil de bu yazıyı yazarken 2 tane kiviyi mideye götürdüm. 😅

Şuraya şu tuhaf ama ilgi çekici olan, İsrail'in Eurovision 2018'e katılacağı şarkıyı da bırakıp yazımı bitireyim:


25 Şubat 2018 Pazar

Kakaolu Sade Karışık Kek Tarifi

Dün canım nedense kek çekti. Böyle arada canım kek çekiyor. İnsanım ya hani, çekiyor... Annem de sağ olsun, hiç bulaşmaz böyle şeylere, eğer misafir falan gelmiyorsa. Ben de biraz becerikliyimdir, söylemesi ayıp. Neden söylüyorum o zaman değil mi? Kek yaptım. Ama bu tarz bir keki ilk kez denedim.

Önceden kek konusunda deneyimlerim oldu tabi ki. Bir keresinde havuçlu cevizli kek yapmıştım. Çok deneyimsizdim. Yani en basitinden bir kekin kabarmasını istiyorsak içine yoğurt; kabarmamasını istiyorsak çok fazla, süt koymamız gerektiğini bile bilmiyordum. Hatta un, kabartma tozu ve vanilyayı eklerken güzelce havalanması için elekten elememiz gerektiğini, sıvı karışıma ekledikten sonra da tahta kaşıkla karıştırmamız gerektiğini bilmiyorum. Metal değmemesi önemli o anda mesela.

Bir ara kakaolu pudingli keke tav olmuştum, onu yapıyordum sürekli. Bu sefer de, böyle içinden kakao sürprizli sade bir kek yapayım dedim. Ve bulduğum bir tarife bir şey ekleyip kekimi yaptım. Gayet de güzel oldu. ellerime sağlık diyerekten tarifi not düşeyim şuraya, ilerde lazım olur:

Malzemeler:
  • 3 adet yumurta
  • 1.5 su bardağı toz şeker
  • Yarım su bardağı sıvı yağ
  • 1 su bardağı süt
  • 2 yemek kaşığı yoğurt
  • 3 su bardağı un
  • 1.5 paket kabartma tozu
  • 2 yemek kaşığı kakao tozu ve 1 yemek kaşığı süt
  • İsteğe göre 1 paket vanilya ve 1 portakal kabuğunun rendelenmiş hali

Yapılışı:

Öncelikle tüm malzemeler oda sıcaklığında olmak zorunda. Bir kabın içinde 3 yumurta ve şekeri köpük köpük olana kadar çırpıyoruz. Sıvı yağ, süt ve yoğurdu ekleyip 1 dakika kadar daha çırpıyoruz güzelce karışana kadar. Daha sonra ayrı bir kapta elekten geçirdiğimiz unu, kabartma tozunu ve dilerseniz bir paket vanilyayı sıvı karışıma ekliyoruz ve bir tahta kaşık yardımıyla topaklıkları gidene kadar karıştırıyoruz. Hazırlanan bu karışımı ikiye bölüp bir tanesine isteğe göre portakal kabuğu rendesi, diğerine de 2 yemek kaşığı kakao tozunu ve 1 yemek kaşığı süt ekliyoruz. Ayrı ayrı karıştırdığımız bu karışımları önceden yağladığımız kek kalıbına önce sadesini sonra kakaolu olanı olmak üzere döküyoruz. Ve önceden 150 derecede ısıttığımız fırınımıza koyup yaklaşık 45 dakika pişiriyoruz. Bir ara kürdanla kontrol edebiliriz içinin pişip pişmediğini; ama 45 dakika yeterli oluyor hemen hemen her fanlı ayarlı fırın için. Fırından çıkartınca kalıpta soğumasını bekliyoruz, daha sonra servis yapılabilir. Afiyet olsun. Bu da dilimlenmiş hali kekimin:

17 Şubat 2018 Cumartesi

Arif'in Soyu Sopu


Helllooooğğğ!

Böyle giriş yapınca sempatik mi olunuyor sevgili Youtuberlar? Hayır, benim ihtiyacım yok sempatik olmaya da merak ettim. Şahsen bir erkek için bile bazen fazla sempatik olabiliyorum. Hiç olmamaktan iyidir yine de.

Son günlerde bir herkes devletimizin yeni elektronik hizmeti sayesinde soy ağacına ulaşmaya çalışıyor. İlk günlerde ne yazık ki sistemi kitleyecek boyuta geldiğinden, geçici olarak kapattılar tabi. Sonra açıldı. Ben de sonra bakarım demiştim ki sonra baktım ve soyuma ulaştım.

VEEEE!..

Tabi ki halis mulis Türküm. Zaten ne mutlu Türküm diyebilene. Öeh. Burada biraz dalga geçtim bazı insanlarla, yok efendim kimileri aşırı milliyetçiymiş de geçmişinde Rus/Ermeni falan filan varmış da... Amaaan! Ama yine de şuna sevindim, baba tarafımda hep aynı yerde kalmışlar, isimler tuhaf değil; anne tarafım da aynı yerde kalmışlar aynı şekilde. Yani baba tarafımdan Erzurum, anne tarafımdan da Kars olarak gözüküyorum. Doğulu deyince insanlar esmer birilerini bekliyor genelde; ben de kısmen "acaba geçmişte araya sarı birileri mi karıştı" diye düşünürdüm aynaya bakınca. "Böyle kumral ve ela gözlü olmak nereden geliyor güzelim(!)" diyordum aynada kendime. Oluyormuş. Bilemedim.

Teknolojik anlamda şişmiş durumdayım son zamanlarda. Çünkü 4.5 yılı geçen ayfonumun bataryasının şiştiğini fark ettim. Bildiğin şişmiş ve ekranı kaldırmış biraz. Yarın birgün patlar mı Allah korusun ama? Tırsıyorum kısmen, çoğu zaman da boş ver diyorum kendime. Şimdi eğer telefonumu bir yere verirsem batarya değişimi için, korkuyorum diğer tüketiciler gibi şikayetlere sahip olurum diye. Apple da bu modele bakmıyor sanırım, baksa da bilmem kaç ₺ ister ki daha fazla masraf yapmak istemiyorum bu telefona. Şimdilik zaten kullanmamı gerektiren bir hayatım da söz konusu değil.

2018 için olan "en fazla kitap okuduğum sene" hedefimde 6. kitabımı bitirmiş ve 7. kitabıma başlamış bulunmaktayım. Yerdeniz serisini okuyorum. 2. kitabındayım ve çok değişik bir havada ilerliyor ikinci kitapta. İlk kitap güzeldi. Ben 2. kitabı da 1.'nin kaldığı yerden devamı olur diye düşünmüştüm, ama okuduğum üzere biraz farklı ilerliyor olaylar. Aynı karakterler henüz yok okuduğum kısma kadar olan yerlerde. Bakalım neler olacak ilerleyen dönemlerde. Biraz gidip kitabımı okumaya devam edeceğim.

Bahsetmek istemezdim; ama 14 Şubat denen bir tarih var. Her ne kadar bahsedince, belli bir kesim tarafından "kapitalist gün" olarak adlandırılsa da, ben aslında o günden bahsedip asıl mevzuya dem vurmak istiyorum her sefer: Çünkü yalnızım Blog. Sevgili olarak değil de, biraz "sevgi" olarak yalnızım. Allah daha iyi etsin diyorum her duamda.

3 Şubat 2018 Cumartesi

Mevsimler Karıştı



Şubat ayındayız Blog. Ben epeydir yazamadım sana, sözde yazacaktım; ama fırsat olmadı. Daha doğrusu yazmamaya o kadar alışmışım ki bir anda o harekete geçemedim galiba. O arada değişik şeyler oldu. Şu iki ayda satın aldığım kitap sayısı biraz fazla oldu mesela. "En çok kitap okuduğum sene" diyebilmek için bir hedef koymuştum kendime. O hedef için de bulduğum romanı koltuğumun altına alıveriyorum. Ama epeydir beklediğim bir romanı iyi bir indirime denk getirip aldım. Romanlar desem daha doğru. Zira 6 tane romanı tek bir kitaba toplamışlar. Evet, Yerdeniz serisi. Beni 1-2 ay götüreceğini düşünüyorum en az. Daha ne olsun?

Benim 4.5 yıllık ayfoncuğumun güç adaptörü ömrünü doldurdu Blog. Bir anda şoke olmuştum. Şöyle bir nette dolandım alayım diye; ama yani fiyatlara bakınca cıks, değmez dedim. Aliexpress'den bazı güvendiğim markalara baktım; onlar da 40-50₺'ye geliyordu. Sonra evdeki başka kaliteli ve orijinal bir güç adaptörünün değerlerini kontrol edip onu kullanmaya karar verdim. Zira ömrünü doldurmuş bir telefona yatırım yapmak istemiyorum Blog. Çünkü kafamın arkasında "onun yerine kitap al Arif" diye bir ses yükseliyor.

Geçen günlerde yalnızlığım depreşti. Her ne kadar haddinden fazla alışmış olsam da, şöyle bir dürttü beni. Sonra göz ucuyla bir ortama bakındım ve tekrar içime kapandım. Eksik kalsın Arif dedim. Ne diyeyim ki başka?

Geçenlerde Gebze'ye gittik. Burger ihtiyacımı bir süreliğine gidermiş oldum. Zaten 6-7 ay sonra temelli taşınıyoruz buradan. Ben daha öncesinde de gidebilirim. Bilemeyiz. 😀

Arada Youtube'da karşıma çıkan ve eskisinden daha da fazla karşıma çıkan insan türlerini görür oldum. Mübarek herkes kameranın karşısına geçip gerekli gereksiz her şeyi videoya alıp paylaşır oldular. Yüzde 98 tek sebep ise para. Kolay kazanıyorlar, Google güzel ödüyor onlara. Arada gerçekten yararlı ve bilgi dolu videolar kaynıyor. En çok onlara üzülüyorum. Özetle biraz Youtube çöplüğe dönmeye başladı Blog. Çok şükür sen hala temizsin. En azından olabildiğince temizsin. 💜

Şu sıralar bir de sodaya taktım ben. Bulduğum fırsatta içiyorum. O niyeyse, anlamadım. Mineral eksikliğim mi var demek istiyor vücudum acaba? 😁

Hepsi bir yana, buraya kar yağmadı Blog. Resmen kış mevsimini pas geçti atmosfer. Bu da yaz mevsiminde beni cehennemlik günler bekliyor demek. Dünkü cuma namazında hoca kar duası yaptırdı. O da yani 30cm kar bekliyor. Çok isteyeyim az gelse de olur mantığında mı bilemedim, ama 5cm kar tutsa da razıyım ki ben... 😂

8 Ocak 2018 Pazartesi

Eee... Bu Geçen Senenin Aynısı!

2018'in ilk günlerinde insanda "evet! Oh içime bir enerji doluyor! Bir yerden aşk, bir yerden para geliyor! Allah'ım o da ne?! Sağlığım ultra süper olmuş!" beklentisi olabiliyor. 

Ama yok öyle bir dünya tatlı kız...

Beklentiler ve hayaller arasında galiba ipince, böyle nasıl desem, Roma'dayken meşhur bir pizzacıda yediğim pizzanın inceliğinde bir kalınlık var. Karıştırmamak lazım yani. Yine de karışıyor, değil mi?

Benimki karışmadı tabi. Yoksa bu enerjiyi nereden bulacağım karışsaydı. Ben 2018 beklentilerimden bir kısmına zaten 2017'de başladığım için devam ettirmekteyim. Bir kısmı henüz bir tekeri sendeleyen 3 tekerlekli araç gibi; ama az kaldı, o da düzelecek. Dur sen. 😀

Geçen aylardan beri evde edindiğim ev hanımı rolüm hala devam ediyor. Teşekkürler anne! Bu ayın sonunda annem inşallah dönecek ve ben de tam kapasite kendimi işime vereceğim.

İş. 2018'de edineceğim inşallah, dediğim şeylerden biri. Ay dur beni heyecan bastı. Aşk? Hımm zannetmiyorum. Şöyle bir ortama bakıyorum, sonra koşarak çıkıyorum ortamdan. Galiba ben hayatımda kimse olmadan devam edeceğim yoluma. Bu sözleri 2012 yılının başında da söylemiştim. O zamanlar tamamen uzaktım. Ne oldu? Ben aramazken başkası geldi buldu beni. Hay bulmaz olaydı! 😀 Çok sevdiğimden falan değil, yanlış anlaşılmasın. Meğersem ortama yeni katılan birini eğitmişim. Eğitmek de denmez, kendi yolunda ilerliyormuş. O yolun yolcusuymuş diyesim var; ama o kadar değil. Değildi yani. Sonradan ne oldu bilemem. Ama onu da affettim, vaktimi çaldığı ve beni ağlattığı için ayrılırken. Diğerlerini de.

Hatta şu dostum dediğim ve sadece ben onlara ulaşmaya çalıştıkça bana ulaşan eskileri bile affettim. Anlıyor musun Blog? Tabi ki. Çünkü ben senim, sen de bensin. 💓

Malum diyettim Blog. Ve abur cubur yemiyorum. Hani yıllar önce şekeri bırakmıştım ya, şu içeceklerime kattığımdan bahsediyorum. Heh işte, tıpkı onun gibi abur cuburu da bıraktım. O zaman da bu kadar kendimden emin konuşuyordum, şimdi de konuşabiliyorum. Çünkü Arif olmak bunu gerektirir. Markette rafların önünden geçerken cipslere gözüm takılıyor, sonra da çikolatalı şeylere, Eti marka olan ama, lütfen. Sonra geçip gidiyorum. Benimki göz tiryakiliği. 😁

Şu sıralar böyle durumlar Blog. Havalar da soğudu. Moralim iyi ama. Bozuk olsaydı bile iyi olurdu. Sebebi için çok şey sayabilirim artık...

1 Ocak 2018 Pazartesi

Birlikte Nice 10 Senelere

 
Evet! 🎉 Her ne kadar 2009'dan önce de uzun yıllar blog yazmış ama ne yazık ki silmiş olsam da, şu anki blogumla 10. yılımı kutluyorum! 🎊 2018'e girmekle bu günleri de görmüş oldum. 2009 yılının bir ocak ayında başladığım, O, Ben ve Diğerleri isimli bloguma, geçmişimdeki defalarca söylediğim "artık yazmayacağım" şeklindeki isyanlarımı geride bırakıp yazmaya devam edeceğim.🎈

Bir yandan 2018 yılı için aklımdaki hayaller ve hedefleri düşünüp diğer yandan da geçmişimi "geçmişte" bırakmanın bir yolunu aradığım 2017 Aralık'ında, artık dur deyip blogumdaki son yazdığım birkaç üzücü yazıyı taslağa çevirmiş ve 2018 yılının açılışını bu yazımla yapma kararı aldım.

Hayatımızdaki en monoton geçen yıl olan 2017 yılını artık geride bıraktık Blog. Bunu sana yazdığım yazılarda da anlayabilirsin zaten. En az yazı yazdığım ikinci senem oldu 2017. Aslında 2015'i askerlikle geçirdiğim için saymamalıyım. Haliyle aşırı vasat bir yıl geçirdik. Keşke'ler her ne kadar çok fazla da olsa, yine bol bol şükrettiğim bir seneydi.

2017, hayatımda en fazla sinemaya gidip film izlediğim sene oldu. Aynı zamanda hayatımdaki en yalnız geçirdiğim, en kalbimi bomboş hissettiğim, en az yazı yazdığım, en az geleceğimi düşündüğüm, en az faydalı işler yaptığım vb. birçok konuda negatif bir yıl oldu benim için. AMA artık BİTTİ! 😀

2018 birçok açıdan artık kendime dur diyeceğim, taze bir başlangıç yapacağım, yeni bir hayata başlayacağım, yeni insanlarla tanışacağım, duygusal yalnızlığımı daha da çok seveceğim bir yıl olacak benim için. Hepsinden ötesinde, artık an itibariyle geçmişimdeki her hatayı tecrübeler rafına almış ve daha fazla keşke dememek için savaşıyorum.

2017 için galiba en önemli aldığım karar, geriye dönüp baktığımda, bana bir şekilde az ya da çok zarar vermiş herkesi affediyor olmam... İnsanlar tarafından kin tutmak gibi algılansa da bazen, ben genelde geçmişimdeki olayları unutamıyorum. Hele ki biri benim canımı acıttıysa bir şekilde... Ama artık geçmişimdekileri de bundan sonrakileri de tamamen affediyorum ve kendi benliğimden çıkartıp daha yüce makamlara yolluyorum. 🎭

Hayat belli ki çok zor. Ve ben daha doğru düzgün yolun başına bile geçememişken, böylesine geçmişe takılıp en dolu yaşamam gereken saniyeleri israf etmemeliyim. O yüzden bu sene başlangıcında aldığım en doğru karar olarak görüyorum bu durumu...

2018 için yapacaklarım çok belli. 22 Temmuz'u bekliyorum en basitinden. Çünkü 30 olacağım. 😀 Söylerken garipsedim bir an. Hazır 2017 en çok sinemaya gittiğim sene olmuşken, diyorum ki 2018 de en çok kitap okuduğum sene olsun. En uzun süre ideal kilomda kaldığım sene olsun. En pozitif düşündüğüm ve en iyimser olduğum sene olsun. Aklımda başka şeyler de var şu anda hepsini yazamasam da. Zira 2017'nin son 20 gününden beri düşünüyorum 2018'i.

Yine de her şeyden önce Allah bana ve aileme sağlık sıhhat versin. Devletime zeval vermesin; milletimi ve değerlerimizi yüceltsin.

Bir de 2018 en çok sana yazdığım sene olsun Blog.
💝

17 Eylül 2017 Pazar

Neredesin Sonbahar?

Neredeyse eylül bitecek. Havalar bir ara ağustosta soğuktu resmen, peki şu anda neden cehennem gibi sıcak? Üstelik akşam saatleri olmasına rağmen. Çöl sıcakları diye bir şeydir gidiyor geliyor. Sanırım buraları çöle çevirmeden, temelli gitmeyecek... 💦

Geçen hafta yeni iPhone'lar tanıtıldı. iPhone X iyi güzel de, iPhone 8 çıkarmaya ne gerek vardı diye düşünmedim değil. Şimdi tasarım olarak farklı deyip muhtemelen 300-400 TL farktan dolayı iPhone X'e yanaşmayacak mı insanlar? Muhtemelen iPhone 9, iPhone X tasarımıyla devam edecek. Ben alacak olsaydım iPhone X alırdım. Face ID mi barnak izi mi diye düşünürdüm tabii. Sonra ekran özelliklerini baz alıp iPhone X'e giderdim. Super Retina denen şey var sonuçta. 😋 O değil de, benim ayfoncuğum artık güncelleme alamayacak, ama şu haliyle bile çatır çatır çalışıyor. Zira iPhone 4S zamanında güncelleme almayı kestiğindeki halini görmüştüm. Onu yaşamıyorum çok şükür. Şimdilik böyle güzeliz biz. 💖 Zaten telefonu neredeyse hiç kullanmıyorum. Ne sevgili ne de sürekli iletişimdeki arkadaşlar(!) var. Biliyorsun öyle merhaba/merhaba deyip telefonlaşan biri değilim Blog. 💩

Ben yine diyete başladım Allah seni inandırsın. Bu sefer artık bozamayacağım hale geldim çünkü. Şimdilik güzel gidiyor. Pek zorlanacağımı da zannetmiyorum. Çünkü yemek yemekten bile sıkıldım. Durumlar çok ciddi.

Cuma günü termal devremülkümüze gidiyoruz Blog. Her ne kadar ben termal yanını çok kullanmakla ilgilenmesem de, temiz hava, faydalı su ve kafa dinleme şeklinde maksimum çıkarım sağlamayı hedefliyorum iki hafta boyunca. Sarot Termal Vadi çok eğlenceli olmasa da, işte... 😐

Korkuyorum artık. Her şeyin böyle devam edeceğinden, bir anda gözümün dönüp her şeyden vazgeçeceğimden... tamamen pes edeceğimden. Umudumun tamamen tükenmesinden korkuyorum yaşama dair. Geçen gün hastanede birini görmüştüm. Çok etkilendim ondan. Halime şükretmeye utandım. Allah yardımcısı olsun diye dua ettim. Benden daha gençti, ben belki evden çıkamazdım onun yaşadığını yaşasaydım. O herkesin garip bakışlarına rağmen kendi işini yapmak için oradaydı. Bilmiyorum. Allah ona kolaylık versin her işinde...

Bana da yardım etsin...
Eder mi sence Blog?
Senelerdir bekliyorum çünkü.

5 Eylül 2017 Salı

Ben

Anlatamıyorum Blog. Ağlayamıyorum, konuşamıyorum, gülüyorum; ama yetmiyor. Moralim bozuk oluyor hep. Yemeye veriyorum kendimi. Depresyon deyip geçiyorum...

Dinleyenim yok Blog. Çünkü anlatamıyorum. Dinleyenim cidden yok, çünkü tutmadım kimseyi çevremde. Pişman olamıyorum Blog. Garip, ama öyle. Adını inat koy, gurur koy; haklısın de... ne dersen de yani. Umursamıyorum. Umursayamıyorum Blog.

Babam bir dünyada, annem başka bir dünyada, diğer aile üyeleri kendi hayatlarındalar. Hiçbirine anlatamıyorum. Denemeye kalkışıyorum her sefer aynı hatayı yaparak; ama olmuyor. Ne zaman öleceğim sence Blog? Hiç öyle psikolog vesaire deme bana. Birilerine para bayılacak halim hele hiç yok. Öyle bir lüksüm de yok.

Özetle hayatımda hiçbir şey yok. Olan şeyler için şükürler olsun yine de. Böyle demezsem, Allah elimdekileri de benden alır diye korkuyorum. Sırf onun korkusuna diyorum sanırım Blog. Hani beterin beteri vardır hesabı. Bunu açıkça diyebilen az insandan biriyim bence. Sonuçta Allah biliyor her şeyi, ama hangimiz diyebiliyoruz "sırf daha da rezil olmamak için o cümleyi kuruyorum" diye?

Korku işte. Korkularımı anlatabiliyorum galiba. En azından kendime. O konuda dürüsttüm, ama ne işime yarar ki?

Ne zaman öleceğim? İnşallah organlarım bir işe yarar. Başkalarının hayatlarında işe yarar, ziyan olmaz yani. Aslında umursadığım ziyan olması değil de, hak eden birinin ikinci şansını yaşaması sanırım. Yoksa öldükten sonra benden iyisi yok.

Ölmek istiyorum.

24 Ağustos 2017 Perşembe

Ağustos Biterken

Hayatımı daha az acı verecek şekilde nasıl geçirebilirim diye sordum kendime bugün. Hazır son 3-4 gündür serinken havalar ve haliyle daha az eziyetli geçirirken günleri... bu soruyu sorayım dedim. Bu düşüncelere nereden bulaştığımla başlayayım. Tabii ki Instagram ve Facebook. Başka nereler olabilir ki? Hatırlarsın Blog, şu yazımda ve o günde sosyal hesaplarımı kapatmıştım. Sonra minik bir neden yüzünden şu yazımda ve o günde tekrar geri açtım. Yani şöyle 1.5 ay olmuş olmamış.

Uzaktan bakılınca tabii tek derdimin bu aç kapa meselesi olduğu düşünülebilir. Yalnız yatak odam, pencerem ve laptopımın dilleri olsaydı daha fazlasını anlatabilirlerdi. Ben her ne kadar çoğu şeyimi buraya aktarıyor olsam da, asıl özel şeyleri anlatamıyorum. Böylesi daha iyi belki. En azından kendimle olan belli bir çizgiyi aşmamış oluyorum.

"Kapat gitsin o zaman, neden açık tutuyorsun?" diye ben de kendime soruyorum sürekli; ama dile getirmesem de, kendi kendime hiçbir şey yapmayıp beklesem de, adına "umut" koyup bekliyorum. Gerçekten bir umut olsa, neyse diyeceğim...

Sanırım işin en büyük sırrı, kişinin kendini ne olursa olsun sevmesi ve saygı duymasıyla alakalı. O zaman, en azından, kendine verdiği sözleri tutabiliyor. Bende hangisi eksik ya da daha eksik, henüz çözemiyorum. 4-5 gün sonra ablamgil gelecekler, bayramda diğer ablamgil. Hayata sanırım en çok, yeğenlerimle birlikte olunca, renkli bakabiliyorum.

Bu hayattaki sınavım da bunlar sanırım. Yani yaşadığım şeyler, burada dile getiremediklerim. Bunlara da şükür diyorum çoğu zaman, ama öyle anlar geliyor ki isyan etmemek için zor tutuyorum kendimi. İpini koparmamış, düzgün bir birey olmakla kime faydam dokunuyor ya da nasıl bir pozitif sonuç elde ediyorum, inan hiç bilmiyorum Blog. Hani aksi durumuna sıcak baktığım ya da bakacağım, hatta bakabileceğimden değil de; daha çok sorguluyorum sadece.

Yarın cuma günü. En sevdiğim gün, değil mi? Hesaplarımı tekrar kapatsam daha mantıklı galiba, değil mi Blog? Kullanmıyorum çünkü. Hiçbir şekilde kullanmıyorum yani, değil mi?

14 Ağustos 2017 Pazartesi

Dijital Detoks

Malum her şeyin bir detoksu var yıllardır. Özellikle yaz mevsimlerinde insanların zayıflamaya çalışmasıyla daha da artan detoks olayı, artık dijital anlamda da yerini aldı. Ve ismi de Dijital Detoks!

Detoks deyince, vücuda bir şeyleri alıp "temizleme" ritüeli geliyor akla. Bu sefer biraz durumlar değişecek ve kendimizi bazı şeylerden uzak tutacağız.

Dijital deyince benim aklıma online tabanlı şeyler geliyor direkt. Böyle, nasıl desem, veri aktarımını temel alan şeyler.

Şimdi veri aktarımı deyince masum mu gözüktü ne? 😀

Biraz herkesin bildiği masum(!) veri aktarımlarından bahsedeyim.


Facebook!

Twitter!!

Instagram!!!

Bunlar artık "ya işte doğru kullanıldığında zarar vermez ki" boyutunu çoktan geçtiler. Öyle böyle değil, epey geçtiler. Geçen aylarda bir süre bunlardan uzak kalma girişiminde bulundum. Zaten aktif olarak kullanan biri değilim, daha çok gözlem ve stalk (💩) amaçlı kullanıyorum diyebilirim. Ama uzak kaldığım dönem boyunca daha iyi hissettiğimi kesinlikle söyleyebilirim. Neden mi?

Çünkü en basitinden günde ortalama 10-40dk'lık bir zaman boyunca telefonu daha az kullandım. Telefonun ekranına daha az baktım. Ve daha da önemlisi, görüntülediğim dijital verilerin bende yarattığı negatif etkilerinden uzak kalmış oldum.

Tabii bunları kapatın ya da kullanmayın diyemiyorum. Zira ben de bir süre sonra basit bir sebepten ötürü açmak durumunda kaldım.

Peki o zaman dijital detoks konusunda ne yapabiliriz?

Çok basit. Herhangi bir gün belirleyip o gün boyunca ya tam gün ya da mümkünse sizi zorlayacak kadar uzun bir süre boyunca, telefon/televizyon/bilgisayar ekranından uzak durabilirsiniz. Saat başı profil kontrolleri, mail gelmiş midir acabaları, televizyonda ne var bi' bakayımlar, dur ben arkadaşımı arayayımlar... bunları da yapmıyoruz. 💋

Çalışanlar için çok zor olabilir bu durum. Mesela haftanın 6 günü çalışıp da eve akşam dönen kişiler "ya benim, yemeğimi geç saatte yiyip sonra TV/laptop/tablet karşısında takılmak tek eğlencem" dediğini de duyar gibiyim. Şöyle bir yarım saat göz atıp bütün o veri aktarımı sağlayan düşmanlardan uzak durabilirsiniz. Kitap okuyabilirsiniz. Sakince uzanıp müziğinizi dinleyebilirsiniz. En olmadı, yapmanız gereken rutin şeyleri yapabilirsiniz. Yeter ki elektrik ve sinyal saçan şeylerden uzak durun. Ve inanın bütün günün yorgunluğunu en iyi o şekilde atmış olursunuz.


Ya da hafta sonu...

Cumartesi ya da pazar.  Bir gün boyunca tek dokunduğunuz telefon olsun. O da sadece gelen mesaj ya da aramalara dönüş yapacak şekilde tabii. Mümkünse de uzun telefon görüşmelerinden kesinlikle kaçının. En zararlısı o. 👎

İşte Dijital Detoks bu kadar basit. Tek yapmanız gerekenler özetle şunlar:

  • Laptop, tablet, telefon, televizyon gibi ışık ve sinyal saçan cihazlardan uzak durmak ve daha az kullanmak
  • Gece uyurken bulunduğumuz odada ilgili cihazları kapalı veya uçuş modunda tutmak
  • Mümkün olduğunca elektrikle çalışan cihazların olmadığı alanları tercih etmek (En azından belirli zamanlarda uzun süreli uzak durmak)
  • Ruhsal anlamda etkileri içinse sosyal ağları daha az kullanmak, hatta mümkünse tamamen kapatmak...
Bunları 1 hafta bile uygulasanız, aradaki farklı hissedeceksinizdir.

Haydi bakalım!

🚀

10 Ağustos 2017 Perşembe

Sıcak

Yaz mevsiminin son ayındayız Blog. Sıcak havalar beni sanırım en çok bu sene bunalttı, bütün hayatım boyunca yani. Sıcak yani, başka bir açıklaması yok. Ellerim için yıllar önce olduğum ameliyattan eser kalmadı desem yeridir. Olabildiğince sakin kalmaya çalışıyorum. Çünkü yani agresif biri haline dönüştürüyor yaşadığım bu durum. Birilerine anlatmaya tahammül bile edemiyorum. Ne anlayacaklar? Nasıl anlayabilirler ki?

Laptopımı söktüm bugün. Yani 8 yıldır kullandığım laptopım bile sıcak havalarla boğuşuyor inatla, çok şükür. Laptopımın parçalarını temizlerken bu sefer ilk kez soğutucu fana ekstra önem verdim. İşlemcimle olan bağlantısına kadar söküp temizledim. Değişikliği fark edebiliyorum. Bir süre de böyle gidelim Blog. Bilgisayarım bari beni yarı yolda bırakmasın. Yeni bir bilgisayar için, daha doğrusu hayalimdeki bilgisayar için, herhangi bir bütçem yok çünkü. 6000TL'den bahsediyorum.

İnsanların saçma sapan iyimserlikleri artık beni baymaya başladı. "Her şey güzel olur, yeter ki pozitif düşün" ya da "daha güzel şeyler olacaktır, sabret" gibi sözlere gerçekten inandıklarından şüpheliyim. Böyle küfredesim geliyor artık. Ama içimden ediyorum. Duysalar. 😊

İşin bir de şu kısmı var. Ben normalden fazla açık sözlü ve dürüst bir hale dönüştüm. Bu durumum, diğer durumlarımla birleşince, insanlar beni "depresyonda mısın?" diye sorgulamaya başladılar. Depresyon ve ben? Yok artık. 😀

Çok yenilik yok hayatımda Blog. Eskiden görüştüğüm ya da bir şekilde hayatımda olan ve artık olmayan 2 kişi bana yazmışlardı son 1 hafta içinde. Aynı muhabbetler, aynı hikayeler, kısmen aynı yalanlar... "Peki" deyip geçiyorum. Yoruldum, sonuçta ben de insanım. Ve yıl olmuş 2017. Bu saatten sonra güvenden bahsedecek değilim.

Aklıma 2010 yılında İspanya'da gezerkenki zamanlarım geldi. Sonra fotoğraflara bakarken şu fotoğrafımı gördüm. Saçlarım çok ve uzunken 😂 Bir de güneş yakmıştı her yerimi. Ama Barselona güzeldi. Bence Barselona hala güzeldir...


27 Temmuz 2017 Perşembe

Ben (kalp) Salatalık

Nasıl desem, böyle 29 olunca hiçbir değişiklik olmuyor insanın hayatında. Geçen gün Facebook ve Instagram profillerimi geri açmak zorunda kaldım. Liseden, belki de en son evlenecek olan bir arkadaşım, düğün fotoğrafı paylaşmış. Ben ŞOK. Gençler evleniyor yahu. Ben de yaşlandım ya sanki.

Hesaplarımı geri kapatacaktım sonra yine vazgeçtim. Sanırım böyle kısır bir döngü bendeki bu durum. En son Facebook bana "yeter Arif." diyecek. Der mi sence Blog?

Demez... 

Gördüğün üzere Blog, artık sayfalarda reklam var. Normalde sana reklamları bulaştırmak istemiyordum; velhasıl, mecbur kaldım sanırım. Durumu fazla dramatize etmek istemesem de, biraz öyle. Google Adsense geçmişimizi biliyorsun. Uzun yıllar önce onay alınıp iptal olmuştu, sonra onay alamamıştım kaç kere, sonra vazgeçmiştik ki son başvurumda onay alabildim. Eh Google da mecburen, tarayıcılardaki reklam engelleyicilerle zor savaşıyordur herhalde ki, onay verdi. bir de Admatic var. Ama bu iki reklam da seni okumaya gelenleri rahatsız etmeyecek şekilde duruyorlar. Ne seni ne de okumaya gelecekleri... Kimse gelmiyor da işte. Neyse...

Yazıda paylaştığım saygıdeğer salatalık fotoğrafı, geçen akşam dikkatimi çekmişti. Malum şu sıralar mevsimi, böyle bol bol salatalık yiyoruz Blog. Önce dedim ki "bu tıpkı virgüle benziyor" sonra baktım "bence benimki gibi yarım kalmış bir kalbi tamamlamak için yaratılmış" Ben de hemen tamamladım. Çünkü benim tamamlayabildiğim sadece böyle şeyler... Velhasıl, Instagram profilimde paylaştım. Hazır epeydir yoktum, bunu paylaşayım dedim. Eh, tabii benim öyle "ay benim hayatım süper! Bak ne güzel her gün her gece farklı yerlerde farklı insanlarlayım" durumum yok. Olmasına da gerek yok. Şey gibi geliyor bana, insanlar hayatlarının bu şekilde olduğunu göstermeye "ısrarla" çalıştıkça, sırf o fotoğrafları paylaşabilmek adına yaşıyorlarmış gibi geliyor. Suçlu kim biliyor musun? O masum, güzel ve profesyonel fotoğraf makineleriyle aldığı zevki paylaşmaya çalışanlarda. Haliyle diğerleri de "benim de vardır muhakkak hayatta paylaşacağım bir şeyler" diyerek her bir haltı paylaşabiliyorlar.

Bu arada doğum günümdeki kuzenim kına gecesi ve erkeklerle olan akşam oturması pek eğlenceliydi. Tek hatırladığım, bir ara acıktığım ve midemi düşünürken, insanlara tabak hazırladığım sırada gözlerimin doymuş olmasıydı. Öyle ki kendime hazırladığım özel tabakla uzun süre bakıştım. Sarmalar, kete dilimleri, tatlılar ve çayımla sessiz bir seans geçirdik. Bu arada malum kimsem yok paylaşacağım, buradan sana söyleyeyim Blog. O gün biri dikkatimi çok çekti. Sonra kendime "boş ver Arif. Sen vazgeçeli çok oldu" dedim. Ve günü öylece bitirdim...

Çok sıcak be Blog. Neyse.

15 Temmuz 2017 Cumartesi

29'a Az Kala



Sertab Erener - Tek Başıma

"Hatalarım oldu günahlarım da
Zaferlerim oldu bozgunlarım da
Ne yaptıysam yaptım şu hayatta
Tek başıma, tek başıma
Terk ettiğim oldu sevdiklerimden
Üzdüğüm oldu değer verdiklerimden
Vazgeçmedim doğru bildiklerimden
Azaldım bu yüzden, hep bu yüzden
Çok kırılsam da eğilmedim
Söndü derlerken ben alevlendim
Düşsem gecenin en karanlığına
Yeni sabahlara doğmayı da bilirim
Tek başıma..."

Son 7 gün. Artık bitiyor 28'in tüm boş vermişliği, tembelliği, yalnızlığı... tüm kötü, negatif, bana ve hayatıma eziyet eden etkileri.

Ve 29...

2 ve 9. Muhtemelen tam tersini göremeyeceğim. 92 yaşımı yani. Ailemde gören yok çünkü. Bir de aramızda kalsın Blog, ama ben bu detaycı hallerimle o yaşları göremezdim zaten. Görsem bile alzaymır falan olmuş olurdum çoktan.

29 yaşında sence nasıl olur hayatım Blog? Sen de bilmiyorsan... Geçmiş yazılarımı analiz edebilseydin bence önümdeki 5 yıllık olası hayat düzenimi çıkarmış olurdun. Sen de haklısın. Her sene farklı yaşadım hayatımı...

Olay aslında benim yazdığım 2-3 satırdan daha dramatize olmuş durumda. Emin olabilirsin. Sadece, derin bir kuyunun içinde, sessizce ölümü bekleyen biri misali yaşıyorum hayatımı. Bunu insanların tam tersi görecek şekilde de lanse edebilirdim. Öyle Instagram fotoğrafları paylaşırdım ki aklın hayalin şaşardı. Buraya öyle güzel şeyler yazardım ki Gülse Birsel dondurma reklamı yapmaktan bile vazgeçip bana odaklanırdı. Ne alakaysa, değil mi? 

Ne gerek var? Benim hayatım mutsuz geçiyorsa, mutsuzumdur Blog. Yazarken de, biriyle konuşurken de, kendimi soyutlarken de... öyleyimdir. Mutluysam bunu anlamak için mucit olmak gerekmez.

27-28 yaşlarım boyunca, sanırım sadece insanlar konusunda "keşke yapmasaydım" dediğim bir şey yok. Hatta dost/sevgili konusunda aldığım kararların hala arkasındayım. İnsanlar bu kadar etkili olmamalı hayatımda. En azından bunu kısmen de olsa başardım. Bunun dışında tekrarladığım hatalar ve atamadığım adımlarla dolu son yıllarım hep.

İyileşir miyim sence Blog? Ruhum yani... 29'da nasıl olurum sence? Gebze'de olacağım yeni yaşımda. Sonra tekrar Ankara semaları... Döndüğümde yapacağım yığınla şey var. Çünkü 29'umu, hiçbir yaşıma benzetmemeyi istiyorum.

Gece gece büyük konuştuk yine. Haydi hayırlısı.

😀

2 Temmuz 2017 Pazar

Serin Hava

Soğuk bir Blog yazısı yazmaya karar verdim. Çünkü sadece hava sıcak...

  • Birkaç gündür cehennem gibi havalar. Aşırı sıcak. Yalnızca akşamları serinleyebiliyorum. Buna da seviniyorum. Çünkü nemli bir yerde olsaydım akşam serinliği diye bir şey de olmayacaktı.
  • Beklentiye girmemek güzel bir şey. Facebook, Instagram vb. yerleri beklentiler yüzünden tutuyordum. Ve iki haftadır kullanmadığım için de bunu daha iyi anlayabildim. Artık beklentilerim yok.
  • Sevgili konusundaki tüm umut ve beklentilerimi de geçen sene sonlandırdığım için, kafam rahat. İyice nefret etmeden yaşamaya çalışıyorum bulunduğum toplum(!) içinde. Ben yalnızlığımla daha az üzülüyorum çünkü.
  • Temmuz, benim ay. 28 yaşımın son zamanlarını yaşıyorum.
  • Evet, kilolar size de merhaba!
  • Geçen cuma namazı esnasında, her zamanki namaz kıldığım yer, normaldekinden daha da gereksiz bir yoğunluktaydı. Mesele çok terlemek de değil, terlerken beni boğacakmış gibi bir vücut sıcaklığı oluyor. O yüzden neredeyse bırakıp çıkacaktım. Üstelik camide klima açıktı. Bir ara arkamdaki adam "öndekine söyle de klimayı kapatsın" dedi. Allah'ım bari camide sınama beni, ne olur? 
  • Belki de kanser hastasıyımdır.
  • Ölmek en çok bana yakışır zaten.

19 Haziran 2017 Pazartesi

Ramazan Biterken

İvit. Kapattım. Şöyle bir arkadaş listeme baktım, son yazışmalarıma, ne zaman gerçekleştiklerine ve ne amaçla gerçekleştiklerine baktım, ardından Facebook ve Instagram'ı kapattım. Twitter'daki bilgilerimi kaldırıp bildirimlerini kapattım. Sonra bunların boş yere duran uygulamalarını da sildim telefonumdan. Kullanmıyorum artık hiçbirini. Sırada WhatsApp var, ama o zorluyor aile içi iletişim açısından beni. O yüzden şimdilik duruyor. Özetle, artık hiçbirini kullanmıyorum.

Evet o mübarenk gün de geldi. 🌈 Kadir gecesinden bahsediyorum. Çarşamba gecesi evlerimize bereket getirmesini istiyorum Allah'dan. 😀 Daha ne olsun, değil mi?

Geçen yine saçlarımı kestim kendim. Ve sakallarımı da kesmiyorum epeydir. Farklı bir şekle büründüm. İyi anlamda. 😎 Bir süre böyle götürmek istiyorum, zira saçlarım kısa ve kısa sakal da yakışıyor bu şekildeyken.

Geçen gün de şu belgesel filmi izledim. İçeriğinden çok bahsetmek istemesem de, aslında o çok bilindik sağlık kuruluşlarının nasıl da kendi çıkarları doğrultusunda, bizim sağlığımıza zararlı şeyleri saklarını anlatıyor. Bir de belgesel bizi 30 günlük vegan beslenme macerasına davet ediyor. O da şöyle belirtilmiş. 2-3 gün içinde kafamı toparlayıp başlamayı düşünüyorum. Çünkü doğum günümde Ankara'ya gidip kendimi mutlu etmek gibi bir planım var. Küçük bir ihtimal ama var, yalnız geçireceğim koca bir yaz sıcağı olacak muhtemelen. Tabii hamburger yiyeceğim için de bu 30 günlük vegan programı sıkıntıya girebilir eğer 2-3 gün içinde başlamazsam. 😀🍔🍟

Kapanışı da, neden sosyal ağlardan uzak kalmaya karar verdiğimle yapayım. Bu sosyal mecralar, eski zamanlarda, benim için, iyi birer iletişim kaynağıydılar. Ama son 4-5 senedir, amacı çok farklı alanlara yöneldi. Ve bunların hiçbiri iyi niyetli değil. Ben de uzak kalmaya karar verdim. Öte yandan, ulaşılması zor bir insan olduğumu düşünmüyorum. Haberleri de takip ettiğim için bu tür platformlara ihtiyaç duymuyorum. Arkadaşlarımın(!) neler yaptıklarını hele hiç umursamıyorum. Çünkü Instagram profillerine baktıkça bazen "ben bunlarla nasıl arkadaş oldum?" diye soruyorum kendime. Bu ve birkaç durum daha beni artık epey rahatsız ettiği için ve bir şekilde açık tutsam bile bağlantıda kaldığımı anladığım için, kapatmaya karar verdim. Hiç alakam olmasa bile, belki yarım saat ya da 1 saat en az, bu uygulamalarda geçiriyorum vaktimi.

Böyle işte. 😀 Umutsuz olmamak lazım. Dertlerimize aşırı üzülmemek lazım. O zaman Allah bize daha başka bir dert verebilir, sırf o derdimizi unutalım diye. Tabii sonrasındaysa bizi mutlu edecek bir rahatlamayı da verir. Bilemeyiz.

Üstümde Rahibe Teresa havası var gece gece niyeyse.😂

Ben gidip yavaştan sahur olayına gireyim Blog.

Öperim. 

😚

8 Haziran 2017 Perşembe

Nereye Gidiyorlar?

The photo of art has been taken
from Marek Petras' collection.
For more visit: instagram.com/artofmarek
Nefret ettiğim birinin askere gittiğini öğrendim az önce Blog. Allah'a her aklıma geldiğinde beddua ettiğim 1-2 kişiden biri. Onun yüzünden böyleyim biraz da, çok da konuşmak istemiyorum, ama ben ne kadar rahat yaptıysam askerliğimi, o inşallah bin misli kötü yapar. Bana bile burada nefret kusturacak kadar etki etmişse demek ki... Sen düşün Blog. Şu anda burada oturmuyor olabilirdim mesela, neyse.

Biri de Avrupa turunda... O da nereden aklıma geldiyse bakayım dedim. Sanırım yanındaki de sevgilisi, arkadaşı olamayacağına göre...

Son 2 saattir sinirimden, oturduğum yerde terliyorum adeta. Bakma Arif, yapma Arif, etme Arif dedikçe direndim. Sonuç böyle gecemin kısmen içine ettim. Şimdi yazınca biraz sakinleştim. Tabi camımı açmamın da etkisi var.

Geçen gün Apple etkinliği olduğu. iOS 11 ve yeni cihazlar tanıtıldı. Artık telefonum güncelleme almayacakmış Blog. Hala daha, çok şükür, sıfır gibi olan cep telefonumu ısrarla kullanmaya devam edeceğim. Çünkü hiçbir kasma ya da benzeri bir sorun çıkarmıyor bana. Eğer iPhone 4S falan olsaydı çoktan deli etmişti. Ki gördüm biliyorum. Macbook Pro da yenilenmiş, önceki güncellenmiş sürümünden daha iyi. Tabii başlangıç hafızalarını saymazsak. 128 GB depolama ile başlıyor. Yine de fiyatı 6300 TL. 😀 Seni alacam olum! iPhone için bir şey diyemem, çok pahalı bir cihaz ve Türkiye'deki kullanıcılarının çoğu gösteriş amaçlı kullanıyor. Telefonumu ne zaman yenilerim bilmemem tabi.

9 Haziran'da çıkmasını beklediğim London Grammar'ın albümü, geçen gün nete düşmüş. Dinliyorum ben de epeydir. İlk albümden daha güzel, demek ki beklemeye değmiş. Lorde ve Katy Perry'nin albümleri de çıkacak o gün.

Ramazan'ın da kısmen yarısına geldik be Blog. Çok anlamadım ben nasıl geçtiğini ama, geçiyor bir şekilde. Bilemiyorum. Ben de oruç tutuyorum, İzlanda'daki bir müslüman da, Afrika'daki bir başka müslüman da...

Facebook, Twitter ve Instagram. Bunlardan sadece Twitter'ı kapatırsam eğer 30 gün sonra siliniyor hesabım. Diğerleri durabiliyor kapalı şekilde. Hesabım silinirse tekrar o kullanıcı ismini ve maili kullanamam. Doğum günü tarihimi Facebook'da kaldırdım. Çünkü geçen gün hatırlamam gereken bir tarihi ilgili kişi kapattığı için hatırlayamadım. Ve bu çok kötü hissettirdi. Zaten duvarım kapalı. Sırf o yüzden belli kişiler üşenmeyip mesaj atıyor. Şimdi muhtemelen kimse hatırlamaz. Zira ben tarihler konusunda çok kötüyüm.

Bence ben doğum günüme kadar uzaklaşayım. Zaten neredeyse hiç kullanmıyorum sosyal medya denen şeyleri. Ne malum yerlerde profilim var ne de Twitter/Instagram/Facebook üçlüsünü kullanıyorum.

Ben de gideyim, evet. Onlar nereye gidiyorsa ben de oraya gideyim... Bana yakışmıyor gitmek, ama gideyim ben.

4 Haziran 2017 Pazar

Tek Pencereli Oda

Küçük bir odadayım. Yarısını koca bir yatağın doldurduğu, masası olmayıp uzunlamasına bir sehbası ve komidini olan, küçük bir oda...

Hayatımın %60'i sanırım bu odada geçti. Ve geçmeye de devam ediyor. Geçmemesi aslında en büyük dileğimin bir sonucu olabilirdi; ama ne yazık ki buradayım. Kendimce yalnız, işsiz, herkesten uzakta ve tamamiyle hayattan soyutlanmış... Sen ne demek istediğimi anladın Blog.

Gündüzleri düşünmem gereken sorunlarımı, geceleri düşünüyorum mesela. Ertelemelerimi de ertelemeye başladım. Dur öyle hemen depresyon tanımını yapıştırma. Ne o öyle? Sen karışma bi' hemen. Sana demiyorum Blog. Alt benliğime(!) diyorum.

Geçen gün domain yenilemesi de oldu. 10$ da sana gitti Blog. O değil de eskiden böyle zamanlarımda kendimi gerekli gereksiz alışverişlere verirdim. Canım onu dahi istemiyor. Üstemde hiçbir şeyi istemeyen ve keyifsiz insan havası yok; ama daha farklı bir hava var. Adını koyamıyorum sadece. Hatta bak o kadar zaman eski sevgilimden ayrı kaldım ki normalde herhangi bir tanesine gider dayanamaz mesaj atardım. Belki özlerdim, belki sadece konuşmak isterdim... Onu bile istemiyorum Blog. İçimden "atacaksın ne olacak Arif? Hadi tekrar konuştunuz ne olacak?" Yani artık sonunu bile bile lades de demiyorum.

1.5 ay sonra 29 yaşıma giriyorum Blog. Bu konuda söylenecek çok şey var, ama susuyorum. Korkularımın ardına saklanarak susuyorum hem de. Konuşsam, bağırsam ne olacak diyorum. Aha tam önümde korktuğum şeyler. Bağırsam küçülmeyecek haldeler. "Bakar mısınız?" diye rica etsem dönüp de kafasını bile çevirmez haldeler...

Şimdiyse mübarek Ramazan ayının bereketinden nasiplenmeye çalışıyorum bu küçük odada. Hiç çıkmıyorum neredeyse. Genel ihtiyaçlar için, bazen de bahçeye iniyorum, bazen balkona çıkıyorum. Düne kadar yağışlı olan havalar yerini artan sıcaklara bıraktı bile bugünden itibaren. Nasılsa evdeyim diye çok takmıyorum. Ama her yaz olduğu gibi benzeri sorunları yaşayanlardan mailler almaya başladım bile çoktan. Onlar da olmasa zaten bizi ziyaret eden yok Blog. Bu halim hoşuma gitmiyor değil. Gerçek hayatta da sosyalleştiğim bir arkadaşım yok şu anda mesela. Öyle Whatsapp yazışmaları yaptığım kişiler de yok. O değil de, biri benimle sevgili olsa, benden daha sadığını bulamazdı. Gerçi bunu benimle 10 dakika konuşan biri anlayabilir. Tabi gerçekten aynı renkten bakıyorsak dünyaya.

Bu arada Macbook birikimime biraz daha para ekledim. Kullanmadığım bir kondisyon bisikletim vardı. Eniştem vasıtasıyla sattık. Gelen paranın bir kısmını da oraya aktardım. Ne olursa olsun o paraya dokunmamam lazım Blog. Büyük konuşmayayım yine de.

Ray Donovan dizisini izleyip bitirdim Ramazan'ın başından beri. Süper bir diziydi. 5. sezonu ağustosun ilk haftası geliyormuş. Favori iki dizim de başladı, ama tamamen yayınlanmasını bekliyorum. Çünkü izlenmeyi bekleyen başka dizilerim de var. Bu akşam da Luther'a başladım mesela. İlk bölümü fena değil gibiydi. Bakalım. 😀

Tek tutunduğum şey dizilerim ve bilgisayarım. Onlara bir şey olmaz inşallah. Telefonuma ödeme yapmıyorum 1 aydır. Sadece açık duruyor. Ve bir keresinde 56 saatlik bekleme süresini görmüştüm şarj %18'deyken. 2 saatlik de kullanma süresi vardı. Sonra şarja taktım tabi. O derece yani Blog.

Ve kapanışımızı Sóley ile yapıyorum. Soğuk diyarlardan gelen ılık ses...

Dipnot: İnan hiç meraklısı da değilim telefona bağlı bir sosyal iletişime. O yüzden WhatsApp'mış, Instagram ve türevleriymiş... Böyle kafam daha sakin Blog. 😀

2 Mayıs 2017 Salı

Olay

😀

Çok tatlı değil mi ama ya? Yani gülen yüz emojisi? BEN NE ZAMANDIR BEKLİYORDUM EMOJİLERİ, SENİN HABERİN VAR MI???

😀😀😀

Neyse, konuma döneyim. Havalar ısındı Blog. Hani senin teknolojik termometren, o ne oluyorsa artık, olmadığı için ben söyleyeyim dedim. Eh biliyorsun, sıcak havalardan ne kadar nefret ettiğimi ve ne kadar boğuştuğumu; hatta ne kadar rahatsız olup hayatımı cehenneme çevirdiğini.

Yine de: 😀

Bugün gerçek anlamda diyete başladım Blog. Eğer 3 ay önceki kilomu korumuş olsaydım ve diyetime devam etmiş olsaydım, şimdiye her şey daha düzgün olacaktı. Ama olsun, ne diyeyim? (1) Evet, oradan "tek derdin bu olsa keşke Arif" dediğini duyabiliyorum. Ama olsun, ne diyeyim? (2)

2 gündür yeni bir dizinin ilk sezonunu izledim: Santa Clarita Diet. Yani sesli güldüğüm nadir dizilerden. Belki genel konusuna bakınca saçma ya da sıradan ya da kimine göre vakit kaybı gelebilir, ama ben izlerken bazı espirilere cidden güldüm. Keşke daha uzun olsaydı.

Bu arada geçen haftalarda Episode Calendar'ın Türkçe çeviri moderatörü olduğumu ve bu sayede 1 yıllık Premium üyelik aldığımı söylemiş miydim? Üniversite yıllarımdan beri kullanıyorum o siteyi dizi takibi için. Bir başka site daha var kullandığım yedek olarak ve limit sorunu olmadığı için, ama Episode Calendar hep favorimdi. Ve Premium olduğum için de 20 diziden fazlasını ekleyebiliyorum oraya artık. Isn't it excited? Kendim de almak isterdim aslında, ama ne yazık ki sadece Paypal ile ödeme kabul ediyor ve Paypal Türkiye kullanım dışında. Şimdilik böyle 1 yıl deneyelim. 🌼

İnsanlar son zamanlarda aşırı şekilde özel hayatını sanal ortama yaymaya başladı Blog. Görsel anlamda olanlardan bahsediyorum. Bunun en büyük paylaşım yolu ve rolü ne yazık ki Instagram oluyor. Artık her 10 insandan 4'ünün profiline girsem, gördüğüm kendi fotoğraflarıyla, ki bunlar değişik açılardan selfieleri kapsıyor, dolu olması. Yani profesyonel makineyle çekip de bir şekilde Instagram profilinde paylaşanları anlamıyorum, ama "beni beğensinler" havasında sadece kafası görünen selfielerini paylaşan insanları hiç anlamıyorum. Anlamadığım o kadar çok egoist olan ve bunu inkar eden insan var ki anlatamam. Örnekleri çok yani. Ben ne paylaştığımı söylemeyeyim, gülersin. Sosyal hesaplarımı kapatmayı çok istiyorum aslında Blog. Ama sırf ismimi kaybetmemek adına ve arada sadece oradan yazışabildiğim kişiler olduğu için açık tutuyorum mecburen. Yoksa zamanında denedik birçok kez seninle, biliyorsun. Olmuyor, yine de birine bir şey yazmam gerekiyor ya da bir siteye giriş yapmak zorunda kalıyorum, mecburen tekrar aktifleştiriyorum.

Biliyorum, çok az yazıyorum sana da artık. Sebebi keşke yoğunluğumdan dolayı olsaydı, ama öyle değil. Arada, benim de ilk 500 yazardan biri olduğum Blog Sözlük'e yazıyorum. Kısmen ağlama duvarı benim için belki de. Bilemiyorum.

Ha, aklıma gelmişken, faturan geldi sevgili Blog. Domain yenileme zamanının geldiğini haber verdi Google. Bilgilerimi kontrol edip kredi kartı bilgilerimi kontrol etmem lazım. Umarım zam gelmemiştir ücretine. Malum... Keşke şöyle $2-3'lık bir şey olsaydı, değil mi? 😁

Canım kocaman bir hamburger çekti Blog. Yanında büssürü büssürü kızarmış patates! Ve ranch sos. Oy. Neyse ben gidip kahvemi alayım. Şuraya da fotoğrafını bırakayım hayalimin. 🍔🍟


11 Nisan 2017 Salı

+N'aber? -Ben de iyi değilim, boş ver...

Sinemia macerasından sonra böyle olacağımı ikimiz de biliyorduk Blog.

Harçlığımın oldukça azalacağını, zaten pek arkadaşımın olmayışının ve yalnızlığa iyice alışmamın verdiği sonsuz güçle(!) daha da kendime dönük kalacağımı biliyorduk şimdi birbirimizi kandırmayalım. Yukarıda Allah var sonuçta. Yine de biraz fazla geldi sanki ha? Ne dersin?

"Her duyguyu bu kadar derinden yaşamak zorunda mıyım?" diye sorup duruyorum kendime şu günlerde. Cidden bak, birinden ayrılmak için 1 senemi harcıyorum, telefon numaraları değiştiriyorum falan. Dışarıdan biri izlese ya deli der ya da ergen bu der. Oysaki saflığımdan hep. Kendime ettiğimden hep. Vallahi bak.

Benim yine her şey aynı be Blog. Düzelmiyor hiçbir şey. Bozuk bir durum da yok aslında, ama eksik çok fazla. Hani şu standart hayatın gerekliliklerini kastediyorum: İş, aşk, ev, para vs. Yok onlar. Yine de karnımız tok, sırtımız pek çok şükür. Daha ne olsun? Bir de içime sor bunu diyorsun değil mi Blog? Biliyorum.

Yalnız şu son 2 ayda çok iyi anladım. Dış görünüş hiçbir b*ka yaramıyor. Yaramıyor. Birinden etkilenmiş, hoşlanmış olman hiçbir halta yaramıyor. Eğer ki cebinde karşındakinin gözünü az ya da çok doyuracak kadar paran yoksa, o dış görünüşler, yok efendim elektrik almalar falan... fasa fiso. Şöyle geçmişime dönüp bakınca gördüğüm birkaç şey var. Hayatıma aday olarak bile giren kim olduysa, bir noktadan sonra bendeki bu "parasal" belirsizlikten dolayı gitti ya da alacağını aldı ve kendi yoluna devam etti. Tabi bunlar yüzüne söylenmedi insanın, ama belli bir olgunluğa ulaşınca daha iyi anlayabiliyor insan.

"Lan, hani benden etkilenmişti? Hani hayatında benim gibisi çok nadirdi ya da hiç denk gelmemişti? Hani sevgi önemliydi daha çok?" bu ve daha benzeri birçok sorum var her bir karşıma çıkana Blog. Tek bildiğim bir şey var, o da bu konuda kendi cesaretimin üstüne kimseyi görememiş olmam. Bu da diğerlerinin korkak olduğunu ima ettiğim anlamına gelsin Blog. Çünkü öyle. Ve üzgün olmadığım için de kusura bakma. Sorry not sorry.

Bir de bir kısmıyla daha sonra karşılaşınca bana hayattan tavsiyeler falan veriyorlar. Ya arkadaş, tövbe estağfirullah. Git biraz sevmeyi öğren diyesim geliyor. Çünkü artık bulunduğum iğrenç ortamdaki insanların en büyük sorunun ne olduğunu tam anlamıyla kavramış oldum: SEVMEYİ BİLMİYORUZ. Ondan  hep öyle gecelik modda gidiyor her şeyleri. Neyse, bu konuya girmeyeyim yeteri kadar uzak kalmaya çalışıyorum hepsinden. Hem ben bir tanesi çıkıp "ben seninle her şeye varım" demediği sürece, kusura bakma da Blog, şeyimde bile değil.

Önümüzde referandum var. Yanımızda iyice iğrençleşen bir savaş var. Daha devam edeyim mi negatif şeylerden? 😐

Az önce ablamgile bebek bezi aldım kredi kartımdaki kampanyayla. Yani bugüne kadar 4 farklı kredi kartı kullandım. HSBC, İş Bankası, Finans Bank ve Teb. Şu anda hepsi kapalı, ama bir senedir falan kullandığım CepteTeb kredi kartım, diğer kredi kartlarımdan edindiğim faydaları çoktan geçti. Hele o HSBC ve İş Bankası kredi kartlarım... limitlerimi doldurduğum zamanları bilirim. Ne düzgün kampanya ne puan... Neyse, CepteTeb'in ikinci Gitti Gidiyor kampanyasını kullandım. Böylece 1 adet bebek bezi 58 kuruşa gelmiş oldu. Bilmeyenler garipser tabi. Ben de ilk başka "öhöhöh böbök bözö nö kö yöö" diyordum. Ama günde 5-6 tane bez değiştirince insan bir dumur oluyor.

Pazar günü teyzeme takılıp günübirlik anneanneme ziyarete gittim. Teyzem de gidemiyordu eşinin rahatsızlığından dolayı, ben de epeydir görmemiştim. Yenibosna'ya kadar teyzemin arabasında gittik geldik sohbet ederek. Anneannemin alzaymırı var. Yani hatırlıyor hepimizi çok şükür 87 yaş civarında. Ama arada bir değil de çoğu zaman olmamış olayları anlatıyor. Öyle bir anlatıyor ki bilmeyen biri inanır. Benimle ilgili de bir hikayesi var anneannemin uzun bir zamandır. Güya ben teyzemin kızlarından birini istiyormuşum ve ona diyormuşum, gerçekleştirsin evliliği diye. Bunu ilk öğrendiğimde gülmüştüm. Bir seferlik bir şey demiştir geçmiştir diyordum, ama meğersem arada aklına geldikçe açıyormuş mevzuyu. Ben oradayken de açtı. Sen o kızı boş ver, onlarla olmaz da falan da filan da. Gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Tam öyle bir ikilemde kaldım Blog. Sonra teyzem yetişti de konuyu değiştirdi. Yaşlılık işte. Bunlar var Blog, bunlar benim başıma da gelecek. Ben bunları düşünürken ne yapayım sevmeyi beceremeyen ya da cesareti olmayan insanları. Tek başıma yaşarım hepsini. En azından minnet etmem hayat arkadaşı diyebileceğim birine. Anlatabiliyor muyum?

Şu şarkıyı dinledim 5-10 kez yine bu yazımı yazarken. Şu sıralar dolunay var bu arada. Hadi bakalım Arif, yine güzel(!) bir gece bekliyor seni.

25 Mart 2017 Cumartesi

Sinemia

Eveeet! Bugün de 30 günlük Sinemia üyeliğimle son filmimi izlemiş oldum. Böylece eski, hareketli olmayan, günlerime dönebilirim. Hala diyorum: İyi ki almışım o 1 aylık üyeliği. Çünkü bana çok güzel bir 1 ay yaşattı. Her filmi tek başıma da izlemiş olsam, film izleme bahanesiyle dışarılarda tek başıma da dolaşmış olsam... çok güzeldi. En güzeli de yalnız vakit geçirmeyi epey benimsemiş olmam. 😌

Toplamda 16 filme gittim Sinemia ile bu 30 gün boyunca. Üyelik bedeli olarak 50 TL ödemiştim ben. Ve yaptığım hesaplamalar üzere:

1 - Olanlar Oldu - Gebze Center (2D) - 18TL
2 - Karanlığın Elli Tonu - Gebze Center (2D) - 18TL
3 - Parçalanmış - Akasya AVM (2D) - 23TL
4 - John Wick 2 - Gebze Center (2D) - 18TL
5 - Lion - Akasya AVM (VIP Salon)* - 34TL
6 - Gizli Sayılır - Akasya AVM (2D) - 23TL
7 - Logan - Akasya AVM (IMAX 2D)* - 28TL
8 - Recep İvedik 5 - Gebze Center (2D) - 18TL
9 - Ay Işığı - Akasya AVM (2D) - 23TL
10 - Deli Aşk - Akasya AVM (2D) - 23TL
11 - Kong: Kafatası Adası - Marmara Forum (4DX)* - 33TL
12 - Tatlım Tatlım: Haybeden Gerçeküstü Aşk - Gebze Center (2D) - 18TL
13 - Güzel ve Çirkin - Akasya AVM (IMAX 3D)* - 32TL
14 - Yaşam Kürü - Akasya AVM (2D) - 23TL
15 - Bu Dünyanın Dışında - Zorlu Center AVM (2D) - 25TL
16 - Yaşam - Maltepe Park (2D) - 22TL

Toplam yaklaşık: 400TL'lik bir masrafa girebilirdim bu filmleri, yazdığım formatlarda izlemek isteseydim.

Tabii ben yol masrafı, yediklerim ve içtiklerimi de katmıyorum. Yoksa bana 50 TL'den daha pahalıya mal oldu. Yine de mutluyum.

Filmlerden hangisini çok beğendiğimi değil de, en beğenmediğimi söyleyeyim: Deli Aşk. Sonra da Recep İvedik 5. Bu iki filme gitmemeyi dilerdim.

Bir de sinema salonları var. Hani şu en yüksek fiyatlı Akasya ve Zorlu Center var ya, buradan Cinemaximum'a sesleneyim: Koltukları rezil oraların yahu. Hele Zorlu! O nasıl koltuklar ya? En iyisi Gebze Center'daki koltuklardı, ne yalan söyleyeyim. Hayır, sözde bir de o iki AVM elit(!) ya hani, neyse...

4DX tecrübesi güzeldi ama.

Böyle işte Blog. Son 30 günüm böyle geçti, ama içimden geçenler daha başkaydı. Yalnızlığım tam geldi kalbime oturdu. Daha da kalkmaz... 😟

11 Mart 2017 Cumartesi

İşsizlik

Evet. İşsizlik.

İnanır mısın Blog, bir tek sen bana sormadın neden çalışmadığımı, neden işe girmediğimi... bir tek sen zamanla soğumadın benden ya da işsizsin/paran yoktur diye düşünüp bunu dile getirmeyip de saçma bahanelerin arkasına sığınmayan... bir tek sen kasmadın beni.

Son 1 sene içinde konuştuğum yeni tanıştığım ya da eskiden tanışmış olduğum bütün insanlar, ailem haricinde, bana "para yiyen, paramı yiyecek, geleceği belli olmayan vb. türde" ithamlarda bulundu. Dile getirmese de çoğu, bariz hissedilir boyutta oldu. İlk tanışmada insanlar birbirini tanımaya çalışır mesela normalde, ama konu "Arif neden çalışmıyor?" şekline dönüştü her defasında. Bir de eskiden tanıştıklarım var mesela, onlar da zamanında benzeri şeylerden ilgilerini yitirmişler demek ki "Arif'in geleceği belli değil, ne yapayım onunla" demişler herhalde, o yüzden karşılaşınca ya da konuşunca konu "ben de işte öyleydim, hayat da zor be Arif, yarın ne olacağımız belli değil" ya da "evet adım atmalısın 'kardeşim'(!)"...

O yüzden ilk kez biriyle tanışmadan önce özellikle belirtiyorum "iş mevzusundan konuşmayalım ne olur diye" ama konuyu illaki oraya getiriyorlar hep be Blog. Ve o soğuyan muhabbetler, düşen suratlar... Gördükçe üzülüyorum. Ne yapıyorsun Arif diyorum. Ne yapıyorsun kendine?

Sahi ne yapıyorum ben Blog? Ne zaman pes edeceğim? Bugün duş alırken bunu düşündüm. "Artık kapatmalısın bu defteri Arif. Artık sana malum konuda mutluluk yok. Sen yalnızsın ve yalnız kalacaksın." İnsanların saçma sapan bahaneleri, istekleri, beklentileri, korkuları, tahammül edilemez tuhaflıkları, seninle örtüşmeyen yaşam biçimleri...

100 kişiden 5 kişi mantıklıysa, bunlardan sanırım 1 tanesi %20'lik bir ihtimalle benim için yaratılmış oluyor adeta. Ömür yetmez be Blog.

Neyse.

Sinemia üyeliğim sayesinde zamanım dolu geçiyor. Eğlenceli de. 24 Mart'da bitiyor. Ne yapacağım diye düşünmeye başladım çoktan. Zira uzatamam, o kadar lüksüm yok. Geçen gün 8. filme de gittim. Bu sekiz filmin biri VIP salonda, biri de IMAX formatında. Haftaya da 4DX formatında bir film izlemeye gideceğim Marmara Forum'a. Buradan nasıl gideceğimi az çok öğrendim. O değil de tek başıma epey takılır oldum. Eskiden zorlardı beni ama neyse...

VIP salondaki rahatlığımın fotoğrafını koyayım dedim. Vallahi kıçımı devirdim yattım öyle izledim çoğu zaman filmi. Lion'u izlemiştim o salonda.

Yarın iki yeğenim de bana emanet tüm gün. Pazar günü yine yalnız bir şekilde yollara vuracağım kendimi. Muhtemelen yine Akasya AVM'ye giderim. Hatta erken kalkarsam Moonlight'a giderim. Belki hızımı alamaz karşıya bile geçerim. Hatta Çorlulu Ali Paşa Medresesi'nde nargilemi içer dönerim. Belki de hiçbir şey yapmaz evde kalır dizi izlerim. 😔

3 Mart 2017 Cuma

Hassasiyet

Sevgili Blog,

Bugün...

Böyle yazıya mı başlanır ya? İnsanlara, Blog yazıyorum ben arada, dediğimde yüzüme bakıp "hehehe ne yazıyon, sevgili günnük bugün hava çok gözeldi" diye espiri yapıyorlar. Normalde tepkim epey büyük olurdu ama sustum. Ne gerek var? Blog yazdığımı bile bile beni sevdiğini söyleyip açıp okumayan, okuduğu için meraktan neden okuyorsun diye sorduğumda bana, sanki onunla sevgili olacakmışım da bunun önüne geçmek için açık açık set çeken insanlar olduktan sonra ne yapayım ben gereksiz birine tepki verip. Vermiyorum o yüzden.

Vermeyeceğim de.

Yıllardır yazıyorum Blog. Ahan da görüyorsun. Sence bir gün oldu mu "hadi beni birileri okusun, gidip kendime yorum arkadaşı bulayım, bir şeyler yapayım" diye? Eskiden Instagram, Twitter falan yoktu. O zamanlar blog yazanların bir kısmının tek derdi egolarını şişirmek için yazdıklarına yorum yapılmasını, paylaşılmasını sağlamaktı. Şimdi geçti tabii o işler. Şimdinin blog yazarları da "ayh işte nerede o eski bloggerlar" diyor. Lan?

Benim blog yazmamın iki sebebi var. Bunlardan biri kısmen de olsa deşarj olmam, diğeri de bir gün cidden bana değer veren biri olursa geçmişime dönüp bakması içindir. Yoksa ben çoktan geçtim, yazılarım sayesinde birinin bana ulaşmasından. Anlatabildim mi benimle dalga geçen ve blogumun adresini bile soramayan ya da beni sevdiğini söyleyen ama blogumu hiç okumamış olan ve diğerleri?..

Neyse.

Geçen hafta, sırf kendimi dışarı çıkarmak adına bir etkinlik olması ve insan içine çıkmam için Sinemia üyeliğine başvurdum 1 aylık. Kampanya vardı Blog. Yalan değil. Zaten epeydir de istiyordum, ama pek sinema salonunda film izleme kültürüm olmadığı ve çalışmadığım için elimdeki parayı idareli kullanmam gerektiğinden ötürü imrenerek bakıyordum. Velhasıl, 50 TL'ye benim de Sinemia üyeliğim oldu. Ve geçen haftadan bugüne tam 4 filme gittim. Daha gideceğim filmler de var. Üyeliğimin parasını çoktan çıkardım tabii, ama yine de bazen daha uzaktaki sinema salonlarına gitmem gerektiği için, git gel, bir şeyler ye falan derken bazen harcamam oluyor; ama işin daha da güzel yanı var: Artık yalnızlığımdan daha çok keyif almaya başladım Blog. Mecburen. Ben ki dışarıda yalnız gezmekten, yeyip içmekten, bir şeyler yapmaktan hoşlanmayan, istemeyen ve sıkılan kişiyken, şimdi yanıma aldığım küçük IKEA poşetine koyduğum çerezimle İstanbul'un bir ucundaki sinema salonuna gidip tek başıma film izliyorum. En son izlediğim filmde, yanıma birer çift oturdu hatta. Sağımdaki sevgilisinin omzuna, solumdaki de sevgilisinin omzuna koydu başını öyle izlediler filmlerini. Ben de işte, saf saf...

Neyse boş ver Blog. Aslında yazmak istediğim öyle çok şey var ki. Olur da bir gün biri hepsini okumak isterse, bir kısmını kendi yaşamış olacağı için, okurken sıkılmasın diye yazmıyorum. 😊

21 Şubat 2017 Salı

Nefes Alma-Verme

Bugün bana biri "sana bir soru soracağım, ama bana hızlı şekilde cevap vereceksin" dedi. Peki dedim. Ve bana "aşk nedir" diye sordu. Nasıl cevaplayacağımı şaşırdım tabii. Kelimelere dökebilir miyim diye düşündüm bir an. Ama aklıma ilk gelen şeyi de söylemek istemedim bir süre. Sonra söyledim tabi. "Bence aşk, vazgeçmektir" dedim...

Aşk nedir sence Blog? Keşke canlı bir hale dönüşsen de bana tepki verebilsen. Onca kullandığım kelimelerden bir beyin oluştursan mesela ve sana sorduğum sorulara tıpkı benmişim gibi cevap versen. Ne de güzel olurdu.

Tabi ben 'vazgeçmektir' dediğimde, içimden düşünüyordum, ama gülümseme vardı yüzümde. Aşk güzel şeydi diye geçirdim içimden. Biri için onca şeyden vazgeçebilecek bir gücü kendinde bulabilmekti benim için aşk. Nasıl başka bir tanımı olabilirdi ki? Feda etmekti, vazgeçmekti.

Geçmiş zaman kullanıyorum. Çünkü kendimi de seni de 2009 yılına götürmek istiyorum. O zamanlardan kalma yani bendeki aşk denen şey. Sonra yerinde yeller esen bir duyguya dönüştü.

Suçlu ben değilim hakim bey!
Daha sonra o soruyu sorana yönelttim ben de aynı şekilde. "Peki sence aşk nedir?" O da bana "aşk nefes alıp vermektir" dedi. Ve açıkladı.

Sence aşk nefes alıp vermek mi Blog? Yoksa vazgeçmek mi? Yoksa aşk diye bir şey yok mu? Ya da söyleme boş ver. Ben beklemeye devam edeyim.

Zaten insan ömrü nedir ki?
😕 

Dipnot: Bir 14 Şubat daha geçti ya la. Neyse...

12 Şubat 2017 Pazar

sessiz KALABALIK

Ufacık bir umut, Blog. O kadar küçük bir umut ki içimde barındırdığım, artık ne ben yerini bulabiliyorum ne de var diyebiliyorum. Ne canlandırmaya yetecek enerji var dışarıda ne de sahiplenecek biri.

Hepsi, herkes bir etiketten ibaret sanki. Üstlerinde fiyatları yazıyor. Artık o kadar bariz şekilde yazılı ki kafamı çevirmekten kendimi alamıyorum kalabalıklar içinde. Herkes konuşuyor. Dilsiz olsaydık hepimiz keşke. Tek gürültü çevreden gelen sesler olsaydı mesela. Konuşmasaydık. Öyle anlaşmaya çalışsaydık. Cesaretimiz yeter miydi sence?

Neyse.

Yalan söylemiyorum; yazacak kimsem olmadığı için, yalnız olduğum için, beni anlayacak ya da anlamak için çabalayan kimsem olmadığı için, bugün çok bunaldığım için tekrar yazıyorum sana. Yoksa gerçekten yazmaktan vazgeçmiştim artık. Yazmak da yük gibi geliyordu. Ondan da kaçmıştım aslında bir nevi. Çünkü önce insanlardan sonra da bana iyi gelen her şeyden uzaklaşmaya çalışıyordum bir dönem. Meğer çamurun içinde debelenip duruyormuşum. Bilmiyorum. Birkaç arkadaşım var ama hani hepsinin derdi ayrı ve ben çok iyi öğrendim hiçbirine derinleşmeme konusunda.

Niye bunaldım diye merak ediyorsun tabii. Uzun bir zamandır değişmeyen hayatım, malum. Onu geçiyorum. Bugün dışarı çıktım 2-3 arkadaşla buluşmak için. Hava soğuktu. Ankara soğuğunu özledim o derece. İstanbul'un nemli soğuğunun işlemediği yerim kalmadı. Ama olsun soğuk hava güzel. İyi hoş gezdik, yedik içtik, eğlendik. Pek benimle bütünleşmeyen şeyler olsa da, gözüme bir şey çarptı, konuşma/işitme engelli 2-3 kişi, ellerinde telefonları ve malum uygulamalar... Bilemiyorsun, herkes bir arayışta. Sonları muallakta olan arayışlar... Biraz beni aldı götürdü tabii. Bugün ay tutulması da var. Malum ben pek etkileniyorum. Bu arada kendime not: Taksim'deki Espressolab'a gitme Arif. Teğet geç.

Bu arada Blogger'a hep istediğim şey olan emojiler gelmiş. Ve bu dönüş yazımı en sevdiğim emojimle kapatıyorum.

🍔

Birlikte hamburger yediklerimiz bol olsun Sevgili Blog.