İstanbul benim için hep ışıklarıyla büyüleyen bir şehirdi. Şimdi ise tarihini gezip gördüğüm, dünyadaki diğer gezdiğim şehirlere göre, en mükemmel şehir olarak saklı duruyor içimde. Hatırladığım en eski İstanbul'a geldiğim yaşım 7-8 yaşlarımdır. O zamandan beri her sene gelirim bu şehre; ama bir türlü gezememişimdir o herkesin gezdiği tarihi yerleri. Ta ki bu seferki gelişime kadar...
Gezilmesi gereken ana birkaç yeri gezdim geçtiğimiz bir hafta içinde. Gayet güzeldi ve çok eğlendim. Erasmus zamanlarımdaki gezmelerim geldi aklıma hep. Tüm gün yürüdüğüm, merakla "acaba nasıl bir yer orası" diye her köşesine baktığım zamanlarım geldi aklıma... Güzeldi.
Bu seferki gelişimde İstanbul'a karşı olan büyük bir umudumu kaybettim. Daha doğrusu bir gerçeğini gördüm buranın. Meğer aradığım mutluluğu bulurum diye hayal ettiğim tek şehir, içine aldığı her türlü insanla o kadar kirlenmiş ki temiz insanları yutması epey kolay olmus artık. Ve gördüm ki İstanbul, benim seneler önce hayalime giren mutluluk umudunu yine seneler önce o insanları yutarak çoktan tüketmiş. Ve anladım ki ben ömrüm boyunca başka baharlara atacakmışım. Hayatımdaki ertelemek zorunda olduğum en büyük mutluluğuma mezar olmuş aslında İstanbul. Sevindim bu duruma kısmen de olsa. Nasılsa artık anlaşılıyor ki ben yarım mutluluklarla yetinmek zorunda kalacağım bundan sonra. Yarım kalan şeyleri de sevmediğim için, maddi manevi düzenimi bozacak olan 'insani' şeylerin hiçbiri olmayacak hayatımda bundan sonra...
Tatilimin üçüncü evresine girdim. Bahsettiğim gibi Dukan Diyeti kitabını okudum ve mantıklı bulmamla birlikte Isparta'ya döner dönmez başlamaya karar verdim. Haftasonu Ankara semalarına dönülecek ki oradan da devremülk olayına girilecek. Ve Tatilimin dördüncü evresine gireceğim... Özetle önümüzdeki günlerde bunlar gerçekleşecek. Ah yarın karşıya geçiyorum tekrar. Haftaiçi de son kez geçeceğim gitmeden.
Tatil serisi yazımı bitirip, diğer hayatsal yorumlarımı belirten yazıma geçeceğim bir kahve ile...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder